Ankara JİTEM davası: Savcıya mütalaa için süre verildi

Ankara JİTEM davası: Savcıya mütalaa için süre verildi

Kayıp yakınlarının avukatlarından Alataş, adil yargılama ilkesinin JİTEM davalarında uygulanmadığını belirtti.

 

Ankara ve çevresinde 1993-1996 yılları arasında 19 kişinin öldürülmesine ilişkin açılan ve kamuoyunda “Ankara JİTEM Davası” olarak bilinen davanın 21. duruşması Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesinde görüldü. Duruşma salonu küçüklüğü nedeniyle dava daha büyük bir salona alındı. Mehmet Ağar'ın sanık olarak yargılandığı davada dosyanın genişletilmesi talebi reddedildi. İddia makamına mütalaa için süre verildi.

 

Duruşmaya sanık avukatları ve kayıp yakınlarının avukatlarının yanı sıra AKP kurucularından ve HAK İnisiyatifi Genel Sekreteri Fatma Bostan Ünsal, İnsan Hakları Gündemi Derneği üyeleri, HDP Ağrı Milletvekili Abdullah Koç, Çağdaş Hukukçular Derneği’nden (ÇHD) Nazan Betül Vangölü Kozaağaçlı, Diyarbakır eski baro başkanları Mehmet Emin Aktar ve Ahmet Özmen, İnsan Hakları Derneği MYK Üyesi Nuray Çevirmen, Hafıza Merkezi üyeleri, maktul Savaş Buldan'ın yeğenleri, 1990’lı yıllarda faili meçhule kurban giden Hasan Ocak’ın ablası Maside Ocak ve 1993 yılında öldürülen Abdulmecit Baskın’ın oğlu Eren Baskın izleyici olarak yer aldı.

 

Duruşmada sanıkları 6 avukat temsil ederken, kayıp yakınlarını 13 avukat temsil etti. Duruşmaya ayrıca 3 gazeteci ve 40’a yakın izleyici katıldı.

 

"Adil yargılama yok"

İlk sözü alan kayıp yakınları avukatlarından Yusuf Alataş, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarında yer alan adil yargılama ilkelerine atıfta bulundu. Adil yargılama ilkesinin JİTEM davalarında uygulanmadığını kaydeden Alataş, özellikle alınan ara kararlar ve taleplerinin ret edilmesinin bunun göstergesi olduğunu belirtti.

 

"Yargılanan da yargılayan da devlettir"

Bu dava dosyalarında devlet görevlilerinin devlet gücünü alarak işlediği faili meçhul cinayetler olduğunu ve burada devletin tüzel kişiliğinin de yargılandığını ifade eden Alataş, “Burada yargılanan da yargılayan da devlettir. Sıradan bir cinayet değil. Bu davanın sanığı eski İçişleri Bakanı ve Emniyet Müdürlüğü görevlerinde bulundu. Davanın niteliği sanıkların devlet içerisinde üstlendiği görevler gözönüne alındığında alınan kararla adil bir yargılama yapılmadığı ortadadır. Yargının siyasi amaçlarla araç olarak kullanılmasına en güzel örnek AİHM’in HDP önceki dönem Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş hakkında verdiği karardır. Bunu heyetinize de sunduk” diye konuştu.

 

"Sanıklara ‘merak etmeyin bu davada size bir şey olmayacak’ denilmiştir"

Bu dava dosyalarıyla devlet eliyle sanıkların aklandığına işaret eden Alataş, şöyle devam etti: “Adil yargılama ve tarafsız davranılmadığı kararlardan bellidir. Sanıklar Mehmet Ağar, Mehmet Korkut Eken hakkında tutuklama talep edilmemiştir. Diğer sanıklar hakkında da tutuklama kararı ilk başta verilse bile sonrasında hepsi serbest bırakılmıştır. Sanıklara ‘merak etmeyin bu soruşturma ve davada size bir şey olmayacak’ denilmiştir. İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü yaptığı dönemde oluşan olaylardan kaynaklı sanık olarak yargılanan Mehmet Ağar’ın sorgusu bizlerin yokluğunda yapılmış ve dört satırlık ‘görmedim bilmiyorum’ demiştir. Sanık Mehmet Ağar duruşmalardan vareste tutulmuş, bu durum dahi adil yargılama olmadığını gösterir. Bu davanın açılması Ayhan Çarkın’ın ifadeleriyle başlamıştır. Mahkeme sanıkları dava dosyasında duruşmalara katılmamaları yönünde karar vermesiyle yargıya olan inancı kökten sarsmıştır.”

 

"Hâla Ağar'ın sağlık sorunlarının ne olduğunu bilmiyoruz" 

Dava dosyasının açılmasını ve ilerleme kaydedilmesini sağlayan Ayhan Çarkın’ın ifadelerinin mahkeme ve savcılık tarafından çeliştiği söylenerek, akli dengesine dair rapor bile talep edildiğini anımsatan Alataş, şunları ekledi: “Çarkın’ın oysa hem savcılık, hem emniyet hem de olay yerinde keşif sırasında ifadeleri nettir. Hatta soruşturmayı hazırlayan savcı ifadelerinin çelişmediğine dair yazılı beyana yer vermiş. Hepsi dosyada mevcuttur. Ancak buna rağmen Çarkın hakkında rapor alındı ve raporda akli dengesinin yerinde olmadığına dair bir şey yer almadı. Sanıklardan Mehmet Ağar ve Nurettin Güven’in yurt dışı yasağı yine mahkemeniz tarafından kaldırıldı. Ağar’ın siyasi kimliği ve tedavi olması, Güven’in ise iş adamı olması gerekçe gösterilmiştir. Biz hala Ağar’ın duruşmalara katılmasına engel olarak sunduğu sağlık sorunlarının ne olduğunu, yurt dışında tedavi zorunluluğu nedir bilmiyoruz.”

 

"İddia makamı karar organına dönüştü"

Susurluk Raporu’nu hazırlayan Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş’ın mahkemenin “bu cinayetler devlet tarafından mı işlendi” sorusuna “MİT, Emniyet Müdürlüğü’nün bilgisinin olmaması mümkün değil” yanıtını verdiğini hatırlatan Alataş, “Bu davalarda amaç gerçeğe ulaşma adalet sağlama değil aklamadır. Devlet içerisinde başlayan iktidar kavgası sonrasında açılan davalar hükümetle yapılan anlaşmalarla birlikte sanıkları aklama yönüne dönüştü. İddia makamı karar organına dönüşmüştür” dedi.

 

"Tüm hukuki yolları deneyeceğiz"

Alataş, sözlerini şöyle sürdürdü: “Adalet Bakanlığı yargılamanın gidişi hakkında bilgi istedi. İçişleri Bakanlığı bir dönem İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü yapmış Mehmet Ağar hakkında bilgi ve belgeye rastlanmadı denildi. Mahkemenin ısrarlı talebine rağmen Kutlu Savaş'ın raporları gönderilmedi. Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller dinlenemedi. Gizli tanıklar Emek ve Ayışığı bulunamadı.  Gizli tanıklara tanık koruma uygulanmadığı ortaya çıktı. Gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkma ihtimali vardır. Ulusal yargı ve uluslararası yargı yönünden tüm yolları kullanacağız. Sonuç olarak tüm sanıklar yönünden Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) yer alan insanlığa karşı suçlar kapsamında cezalandırılmalarını istiyoruz.”

 

Bu sırada iddia makamının Türk Ceza Kanunu'nu incelemesi dikkat çekti.

 

"30 celsedir sanıklarla bir araya gelemedik"

Avukatlardan Ruşen Ali Nergiz de bir dizi tevsii tahkikat (dosyanın genişletilmesi) talebinde bulunacaklarını söyleyerek, savunmasına başladı. 5 yıldır mahkemenin sürdüğünü söyleyen Nergiz, şunları söyledi: “Bu davada kayıpların hepsi yani 19 cinayet 1990’lı yıllarda işlendi. Dava sırasında sanıklardan Ayhan Çarkın itibarsızlaştırılmaya çalışıldı. Ancak ifadeler yabana atılacak gibi değil. Silah, yer, ve tarihe kadar anlattı. Bu sanıklar aynı zamanda Susurluk Davası’nda yargılandı ve ceza aldılar. Bu dava da onların yeni suçları. Bireysel cinayet gibi adlandırılıyor. 30 celsedir sanıklarla bir araya gelemedik. Mesut Yılmaz Susurluk raporu bizzat kendisi talep etmiş ve kendisine teslim edilmiş. Fikri Sağlar ve Kutlu Savaş bu konuda bilgisi var. O tarihteki siyasetçilerin dinlenmesi talebine ‘başbakan çekilen tetiği mi bilir’ denildi. 

 

Bu cinayetler arasında delillerle kriminal bağlantı olmasına rağmen çözülemedi. Tansu Çiller, Özer Uçuran Çiller ve Mesut Yılmaz'ın dinlenmesini, Susurluk raporunda olan ve getirilemeyen ek klasörleri talep ediyoruz. Tevsii tahkikat taleplerimiz kabul edilmezse dahi sanıkların cezalandırılması için yeterli delil var. Ayhan Çarkın'ın bu kadar somut beyanından sonra beraat mi ettirilecek? Cezalandırılacaksa diğer sanıkları nasıl ayrı tutulacak? Ayhan Çarkın ifadeleri somuttur. Arkasındaki güçlerin açığa çıkması mahkeme eliyle engellenirse dahi sanıkların iddianame sevk maddelerinde cezalandırılmasını istiyoruz. Maktullerin kimliklerinden cinayetlerin toplumun bir kesimine yönelik olduğu açık bu yüzden ayrıca insanlığa karşı suç kapsamında cezalandırılmalılar.”

 

Avukat Nuray Özdoğan da, dava dosyasına “devlet sırrı” denilerek, getirilmeyen müfettiş raporlarına dair müzekkere yazılmasını istedi. Mahkemenin adil ve etkin bir yargılama yapma sorumluluğu olduğunu hatırlatan Özdoğan, “Mahkeme heyeti o dönemin siyasi iklimi, yaşanan cinayetlerin sebepleri konusunda mağdur yakınlarını aydınlatmakla hükümlüdür” dedi.

 

Örgüte destek veren Kürt iş adamlarının isimleri elimizde gereği yapılacak”

Söz alan avukat Mehmet Emin Aktar, dava dosyasının sanıksız bir yargılama ile sürdüğünü vurguladı. O dönemde Tansu Çiller’in “Örgüte destek veren Kürt iş adamlarının isimleri elimizde gereği yapılacak” açıklamasını hatırlatan Aktar, “Bir liste geldi ama bu listede öldürülemeyenler vardı. Bu liste için bu ekibe görev verilmiş ve infaz etmişler. 93-95 yılları arasında Temizöz davası olarak bilinen dava dosyasında olan maktullerin tümü üzerinde kimlik yoktu. Ankara’da yapılan cinayetlerde de üzerlerinde kimlik yok. Tüm sanıkların cezalandırılmasını talep ediyoruz” diye konuştu.

 

Ardından söz alan avukatlar da sanıkların cezalandırılmasını ve tevsii tahkikat taleplerinin kabul edilmesini istedi.

 

Süre talebi

Söz alan iddia makamı dosyanın genişletilmesi taleplerinin reddedilmesini isteyerek, mütalaa için süre talebinde bulundu.

 

Ara kararını açıklayan mahkeme heyeti kayıp yakınlarının tevsii tahkikat taleplerini reddederek, bir sonraki duruşmayı 13 Aralık’a erteledi.

 

Ne olmuştu?

1993-96 yılları arasında Ankara’da Altındağ Nüfus Müdürü Abdülmecit Baskın’ın da bulunduğu zorla kaybedilen veya yasa dışı keyfi infaz edilen 19 kişiye ilişkin ilk soruşturma 2011 yılında başlatıldı.

20 Eylül 2013 tarihinde zaman aşımı riskinden dolayı Abdülmecit Baskın cinayetiyle ilgili iddianame düzenlenirken, 19 Aralık 2013 tarihinde düzenlenen yeni iddianameyle Namık Erdoğan, Metin Vural, Recep Kuzucu, Behçet Cantürk, Savaş Buldan, Haci Karay, Adnan Yıldırım, İsmail Karaalioğlu, Yusuf Ekinci, Ömer Lutfi Topal, Hikmet Babataş, Medet Serhat, Feyzi Aslan, Lazem Esmaeılı, Asker Smıtko, Tarık Ümit, Salih Aslan ve Faik Candan cinayetleri de yargılamaya dahil edildi.

Sanıklar Mehmet Ağar, İbrahim Şahin, Korkut Eken, Ayhan Çarkın, Ayhan Akça, Ziya Bandırmalıoğlu, Ercan Ersoy, Ahmet Demirel, Ayhan Özkan, Seyfettin Lap, Enver Ulu, Uğur Şahin, Alper Tekdemir, Yusuf Yüksel, Abbas Semih Sueri, Lokman Külünk, Mahmut Yıldırım, Nurettin Güven, Muhsin Korman “cürüm işlemek için oluşturulan silahlı teşekkülün faaliyeti kapsamında insan öldürmek” suçlarından yargılanıyor. (MA)

 

T24.COM.TR