İktidar, diplomatsız ve diplomasız diplomasi yapmaya çalışmakta

Nurzen Amuran sordu, İYİ Parti Aydın Milletvekili Aydın Sezgin yanıtladı...

İktidar, diplomatsız ve diplomasız diplomasi yapmaya çalışmakta

Nurzen Amuran sordu, İYİ Parti Aydın Milletvekili Aydın Sezgin yanıtladı...

 

Nurzen Amuran: Sayın Sezgin, sizinle bu söyleşimizde, emekli bir büyükelçi olarak, Barış Pınarı Harekâtı’nın diplomatik çerçevesini konuşmak istiyorduk… TSK’nın başarısına karşılık, diplomatik ilişkilerde aynı başarıyı gösterebildik mi? Uluslararası hukukun bize tanıdığı haklar ve Adana mutabakatı çerçevesinde yürütülen harekata karşılık dünya kamuoyundan neden bu kadar tepki aldığımızın analizini özeleştirisini yapmak istiyorduk. Ancak 17 Ekim Perşembe günü ABD ile yapılan anlaşma ile Barış Pınarı harekatına ara verildi. Türkiye, PKK/YPG güçlerinin güvenli bölgeden çekilmesini sağlamak için 120 saatlik harekatı geçici durdurma kararı aldı. 9 Ekim’de başlayan operasyonla birlikte Trump ve ABD Türkiye’ye bir çok yaptırım tehdidinde bulundu ve bazı yaptırımlara Trump onay verdi. Son açıklamalarda da “operasyonlar bittiğinde yaptırımlar durdurulacaktır” denildi. Anlaşmanın getireceği sonuçları değerlendirmek için henüz erken. Bu anlaşma pek çok soruyu beraberinde getiriyor. Ancak bu süreçte Dünya diplomasi tarihinde görülmemiş skandallar yaşandı. Tehdit dolu tweetler yanında Trump’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a gönderdiği son mektup yalnız Türk kamuoyunda değil Amerikan kamuoyunda da tepkilere yol açtı. Türk halkını rencide eden ifadelerle dolu bir mektuptu. Kamu diplomasisini konuşacağız ama önce gündemde tartışılan mektup ilgili siz neler söylemek istersiniz?

Aydın Sezgin: Mektup başlı başına bir skandaldır. Diplomasi tarihinde böyle bir terbiyesizlik ve üslupsuzluk görülmemiştir. Üslup içerik kadar ağırdır. Ben bunu Johnson mektubuyla bile kıyaslamıyorum. Ancak biz aylardan beri Erdoğan'ın ABD'ye karşı yanlış bir siyaset izlediğini, Trump'ı esas aldığını, oysa iki devlet arasındaki ilişkilerin kurumsal olması gerektiğini söylüyorduk. Maalesef Sayın Cumhurbaşkanı aksini yapmıştır, sadece Trump'la sorunları halletme yoluna gitmiştir. Evet, ikisi arasındaki mizaç benzerliği buna katkıda bulunmuştur ama sonuç olarak böyle bir mektup ortaya çıkmıştır. Bu mektubun ortaya çıkmasında Trump'ın koyu protestan kesim, Kongre, ABD kamuoyu tarafından sıkıştırılmış olmasının da payı vardır. Ama her ne olursa olsun hazmedilmesi mümkün olmayan bir mektuptur ve adeta Trump'ın bugüne kadar yaptığı açıklamaların, attığı tweetlerin bir toplamıdır. Trump’ın mektubunun ekinde bir terörist yöneticisinin yer alıyor olması ve bunun içeriğinin hala açıklanmamış olması da ayrı bir skandal oluşturmaktadır.

İktidar cenahı, mektubu 1 hafta kadar kamuoyundan saklamış, ABD’li gazeteciler tarafından ortaya çıkartılmasının ardından ise utanmadan, bu mektuba Barış Pınarı Harekatı’nı başlatarak yanıt verdiklerini ifade etmişlerdir. Takınılan bu tutum tam bir yutturmacadan ibarettir ve diplomasinin yerleşik kurallarına da tamamen aykırıdır. Bu edepsiz mektup milletin iradesinden saklanmış, ne siyasi parti liderlerine ne de meclise bilgi verilmiştir.

Bu mektuba gereken cevabın verilmemesi ve ciddiye alınmadığı bahanesi de bizim aylardan beri söylediğimiz gibi Sayın Cumhurbaşkanı'nın “diklenip dik duramayan” uluslararası ilişkiler anlayışının yeni bir ifadesidir. Ancak devletin en üst makamında milleti temsil eden kişi olarak Sayın Cumhurbaşkanı, bu mektubu ciddiye almadığını söyleyerek “çöpe atma” yetkisine sahip değildir. Bu ifadeler kendi şahsına olduğu kadar millete de yönelmiş, milletimizi oldukça incitmiştir. Sayın Cumhurbaşkanı kendi kişisel onuru açısından mektubu çöpe atma tasarrufunda bulunabilir, ancak milletin onurunu korumak amacıyla en üst perdeden karşılık vermesi gerekmektedir.

Amuran: ABD ve Türkiye heyetleri arasında yapılan son görüşmenin ardından yayınlanan ortak mutabakat metnini nasıl değerlendirdiniz?

Sezgin: ABD ve Türkiye heyetleri arasında yapılan görüşmenin ardından yayınlanan ortak bildiri metni ve resmi açıklamalar birçok belirsizlikle beraber olumlu bazı ilerlemeler de içermektedir. Önümüzde bizi oldukça hassas bir süreç bekliyor. Bu süreçte iktidarın hatasız bir çizgi izlemesi lazım. Temennim odur ki yeniden bir hata yapmaz veya kandırılmaz. Yakından takip edeceğiz.

Bildirideki ifadeler, denetimimiz altındaki bölgeyle sınırlı tutulmuştur. Dolayısıyla Suriye’de Fırat’ın doğusundan Irak sınırına kadar şu veya bu şekilde söz sahibi olacağımız "güvenli bölge" hedefinden vazgeçtiğimiz anlaşılıyor. Şu anda kontrol ettiğimiz bölgeyi bir müddet daha muhafaza edebileceğimiz, ancak diğer bölgelerden ulusal güvenliğimize yönelik tehdit gelmemesi için Rusya ve eninde sonunda Şam rejimi ile müzakere etmemiz gerekecek. Fırat’ın batısında da yine Rusya’ya tâbiyiz, İdlib’de hala ağır riskler sürüyor.

Görünüşe göre Türkiye, operasyonu başlatırken kontrol sağlamayı hedeflediği bölgelerden Ayn el-Arab'ın (Kobani) tamamına ek olarak Tel Abyad'a çok yakın olan sınır bölgelerinden de vazgeçmiş durumda. Keza Mümbiç de durum aynı... Zaten harekatın başlamasının ardından bu bölgelerin tedricen Şam'ın eline geçmesi de buralarda kontrolü imkansız olmasa da çok zor hale getirmişti.

Mutabakat, 911 km.lik sınırımızda başka güçlere/uzaklardan gelen devletlere nasıl tabi hale geldiğimizin yeni bir ifadesidir. Mutabakat kapsamındaki bölgeler için ABD ile; Fırat’ın doğusundaki diğer alan için de Ruslarla müzakere edeceğiz. 30 km derinlik ötesinde ortaya çıkacak gelişmelerin ise daha bir hayli zorluk yaratacağı muhakkak... Ayrıca bizdeki sığınmacıların geri dönüş projesi ve geliştirilen planlar iktidarın öngördüğü şekilde işlemeyecek gibi gözüküyor, bunun da altını çizmek gerekiyor.

Mutabakat metninde, terör örgütlerinin elindeki ağır silahların toplanacağı belirtilmektedir ancak kim tarafından, nasıl ve hangi yöntemle toplanacağı muallakta bırakılmıştır. Bu konu, aydınlığa kavuşturulması gereken hususlar arasındadır. SDG’nin hiç zikredilmemesinin bir eksiklik olarak görülebileceğini de not etmek istiyorum.

Mutabakatın ABD açısından önemi, bu bölgeden tamamen çekiliyorum dediği ve bölgedeki rolünü kaybetmeye başladığı bir noktada yeniden oyunda yer edinmiş olması...

Sayın Cumhurbaşkanı'nın Soçi'de Putin ile yapacağı görüşme, gelişmelerin yönü açısından belirleyici olacak.

Son bir unsur, Sayın Cumhurbaşkanı, görüşmeden önce basın mensuplarına "Pence ve Pompeo benim muhataplarım değil, ben ancak Sayın Trump ile görüşürüm" demesine rağmen, gelen heyetle görüşmüştür. Bu da diplomasi geleneklerimizdeki yozlaşma açısından kayda geçirilmesi gerekir. Bakalım cevap vakti ne zaman gelecek?

İKTİDAR DİPLOMATSIZ VE DİPLOMASIZ DİPLOMASİ YAPMAYA ÇALIŞMAKTADIR ANCAK MÜMKÜN DEĞİLDİR

Amuran: Uluslararası kurallara uygun ve haklı olarak başlattığımız operasyon için dünya kamuoyundan büyük tepkiler aldık. Gerçekleri biliyorlar mıydı? Evet, ancak algı operasyonlarına karşı son dönemlerde kamu diplomasisinde eksiklerimiz oldu. Bunları konuşalım istiyorum. Operasyonun ilk günlerinde, tarihini şu anda anımsamıyorum, Soner Yalçın bir yazı yazmıştı. Operasyonla ilgili yerinde eleştirilerden ilki sayılabilir bu yazı. Yazıda Soner Yalçın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, “Bu operasyonun yapılacağı bilindiği halde BM Genel Kurulu'nda, elinize İsrail haritası alacağınıza, PKK'nın yaptığı Başbağlar katliamını ya da öldürdüğü bebeklerin fotoğraflarını neden almadınız? Başkentin göbeğinde IŞİD ve PKK terörünün gerçekleştirdiği canlı bomba katliamlarından neden bahsetmediniz?” diye sormuştu.

Evet, bu satırlar bu konudaki ilk “doğru” eleştiriydi.

Sayın Sezgin, “monşer” gibi ifadelerle dışlanmaya çalışılan diplomatlarımızın dış politika açısından ne denli önemli ve gerekli olduğu bu operasyon sırasında ortaya çıktı. Bundan sonraki sürece katkısı olabilir ümidiyle bu söyleşimizde bir özeleştiri yapalım.

Sezgin: Barış Pınarı Harekatı’nın uluslararası kamu diplomasisi boyutuna ilişkin tespitlerinize katılmamak mümkün değil. Gerçekten de ulusal güvenliğimiz açısından oldukça haklı ve yerinde bir harekatın gerekçeleri ve meşruiyeti yeterince açık ve net bir şekilde anlatılamamıştır. İki yıldan uzun bir süreden beri “bir gece ansızın gelebiliriz” deniyor. Ama bunun diplomasi ve iletişim alanında alt yapısı hazırlanmamış. Tabii, burada iletişim ve diplomasi çalışmalarını zorlaştıran bir diğer engel de, dünyanın Türkiye’de iktidara, iktidarın sözüne hiç güvenmemesi. Yıllardan beri iktidar maalesef hem kendi güvenilirliğini yok etmiştir, hem de Türkiye’nin itibarını sarsmıştır. Verdiğiniz örnek de doğrudur. Sayın Cumhurbaşkanı, son BM Genel Kurulu’nda Filistin halkının haklı mücadelesini ve İsrail’in uluslararası hukuku hiçe sayan işgalci tutumunu anlatmış, ulusal güvenlik kaygılarımıza ise yeterince değinmemiştir.

Sayın Cumhurbaşkanı, köklü devlet geleneğimize ve bölgede asırlara dayanan geçmişimize rağmen, Fırat’ın doğusuna bakışımızı adeta bir müteahhit perspektifiyle anlatmıştır. Bununla yetinmiştir. Oysa ki bu platform, ulusal güvenliğimizi tehdit eden YPG/PKK’nın özünü, katliamlarını anlatmak için uygun bir platformdu.

Buradan sorunuzu şöyle bağlayabiliriz. Dış politika, devlet liderleriyle al-ver mantığıyla pazarlıklar yapmaktan, iktidara yakın kişilere ulufe olarak Büyükelçilik dağıtmaktan veya dış ilişkilerdeki zafiyetleri iç kamuoyuna kahramanlıkmış gibi sunmaya yönelik propagandalardan ibaret değildir. Dış politika, uluslararası düzlemde ulusal güvenlik ve ulusal çıkarı maksimize etmek için eldeki araçları en etkili şekilde kullanma sanatıdır. Diplomatlar, bu sanatı uygularlar. Sanatlarındaki ustalıkları zannedildiği gibi herhangi bir aileye ya da sosyal statü grubuna mensup olmaktan değil, Dışişleri Bakanlığı’nın kurumsal yapısı ve süreçleri içinde usta-çırak ilişkisiyle yetişmiş olmalarından ileri gelmektedir. Diplomasi mesleğinin müzakere teknikleri gibi çeşitli boyutları, ciddi bir tecrübe temelinde zenginleşerek güçlenebilmektedir. Geçmişte biz bunu ulusal çıkar zemininde öğrenirdik, öğretirdik. Ulusal çıkarların karşılıklı uyumu kavramı üzerinde dururduk.

AK Parti hükümeti öteden beri, özellikle de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçildiğinden bu yana, diplomasi geleneğimizi tahrip etmeye yönelik adımları kimi zaman bilinçli kimi zaman da bilinçsiz şekilde atmaktadır. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiş sürecinde Bakanlığın yapı ve işleyişine yönelik düzenlemeler, ülkemizin ulusal gücünün parçası olan çok önemli bir sütuna darbe vurmuştur. Devlet geleneğimizin hafızası olma özelliğini de taşıyan Dışişleri Bakanlığı’nın teşkilat yapısında ve işleyişinde yapılan değişiklikler, uygulamadaki sakarlıklar maalesef köklü bir geleneğe sahip olan bu kurumun tahrip edilmesi sonucunu doğurmuştur. İktidar, diplomatsız ve diplomasız diplomasi yapmaya çalışmaktadır ancak bu mümkün değildir. 2018 yılının Temmuz ayında konuyla ilgili yaptığım bir basın açıklamasında, bu duruma özellikle dikkat çekerek, ülkemizin dış ilişkiler alanında çok önemli sorun ve sınamalarla karşı karşıya olduğu bir dönemde yaratılan tahribatın ulusal çıkarlarımıza verebileceği ciddi zararlardan da söz etmiştim. Bugün haklı çıkmanın üzüntüsünü yaşıyorum.

Amuran: ABD ile şu anda sonucu merakla izleyeceğimiz bir anlaşma yürürlüğe girdi. Ancak güvenli bölgenin amacı aynı zamanda Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve üniter yapısını korumaksa, bizim muhatabımız ABD değil Şam yönetimi olmalı… Çünkü Şam Yönetimi de ülkesinin bölünmesine karşı… O halde iki devletin “üst düzeyde” ilişki kurmasına engel olan nedir?

Sezgin: Dış politikamızın bütünü gibi, Suriye politikamız da 2011 yılının Ağustos ayından bu yana, her noktada ve her açıdan yanlışlarla doludur. Suriye’de başlangıcından itibaren dış politika yaklaşımı yanlış kurulmuştur, hesaplar ve okuma hatalı yapılmıştır, bu hatalar savrulmalarla sürmüştür. Yanlışları düzeltmek adına yeni yanlışlara düşülmüştür.

Tasfiye etmeye and içtikleri Esad, her tehlike karşısında yeni bir çıkış yolu bulmuştur. 2014’de Ayn El Arab’da da hata yapılmıştır. Başarısızlıklara rağmen Suriye’de ikbal arayışı devam ettirilmiş, savaşta savaşkan güç gerekir diye olmadık gruplarla işbirliği yapılmıştır. AK Parti maalesef Suriye’de hakimiyet kuracağını sanarak inadını sürdürmüştür. Dolayısıyla Türkiye için ağır yük, maliyet ve kayıplara yol açılmıştır. Türkiye’de aklı başında çevreler de, Suriye’ye methaldar olan ülkeler de iktidarı defalarca uyarmıştır. Suriye politikanız, Suriye’yle ilgili hedefleriniz yanlış, Suriye’de işbirliği yaptığınız gruplar, iltisaklarınız tehlikeli, makbul olmayan gruplarla içli dışlı olmayın şeklinde pek çok uyarı yapılmıştır. İktidar bunlara kulak tıkamış, hayallerinin peşinden gitmiştir. 2012-2013’ten itibaren ABD ile Rusya arasında Suriye konusunda bir yakınlaşma olduğu belliydi. İktidar bunu da okuyamadı. Çünkü Suriye meselesine, gerçekleri görmesini engelleyen bir gözlükle bakıyordu. Bu gözlük, ihvancılıktır. İktidarın Suriye politikasındaki hataları nedeniyle ortaya çıkan taktik gelişmeler, sınırdan uzak ülkeler için stratejik kazanıma dönüşmüştür. Uzaklardan gelen dış güçler Suriye’de yer edinmiş, palazlanmıştır. Türkiye’nin Suriye politikası gelinen noktada, planlamada ihvancı anlayışına dayanan dış politikaya, uygulamada ise zaman içinde Suriye’de hakimiyet kuran güçlere tabi hale gelmiştir.

Sizinle yaptığımız son söyleşide de ihvancı dış politika üzerinde durmuştum. Okuyucularınız için bu konuya kısaca yeniden değinmek istiyorum. AK Parti “Milli Görüş”ün devamı değildir, hatta milli de değildir. AK Parti, başından itibaren ihvancı ideolojinin ağır bastığı, ithal bir siyasi harekettir. Dolayısıyla hem iç hem de dış politika yaklaşımı, bu doğrultuda şekillenmektedir. Ulusal çıkarlarımız yerine ihvancılık ideolojisi tarafından yönlendirilmektedir. Dolayısıyla, AK Parti’nin iç ve dış politikada rasyonel bir bakış açısıyla açıklayamadığımız bütün hamleleri anlamanın yolu, meseleye ihvancılık açısından bakmaktır. Suriye ile Türkiye’nin doğrudan temas kurmasını önleyen şey de, AK Parti’nin bu ithal dış politika yaklaşımıdır. Çünkü Suriye’de devletle çatışma halinde olan ve Türkiye’nin en başından bu yana gerek moral gerek maddi destek verdiği tarafların bir kısmı, Müslüman Kardeşler’in kontrolündeki “Siyasal İslamcı” örgüt ve gruplardır. Türkiye’nin doğrudan Şam’ı muhatap alması demek, AK Parti’nin ihvanı, dolayısıyla kendisini inkar etmesi anlamına gelecektir. Sorunuzun yanıtını net bir şekilde ortaya koyuyor zannediyorum bu türden bir bakış açısı. Elbette iktidara hakim hayal ve hezeyanları da hesaba katmak lazım. Sayın Erdoğan, son 10 yıl içinde uluslararası sistem içinde Türkiye’nin kendisine layık şekilde çıkarlarını ve konumunu nasıl güçlendirebileceğini düşünmek yerine, uluslararası düzeni nasıl değiştireceğini düşünmüştür. Uluslararası dengeler değişiyor. Türkiye’nin buna uyum sağlaması elbette gerekli. Ama bunu, uluslararası sistemin yapısını değiştirmek iddiasıyla yapamazsınız. Örneğin bugün ABD’nin Suriye’den çekilmesi söz konusu. Bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini zaman gösterecek, ancak, gerçekleşmesi durumunda Türkiye’nin bölgede kimlerle nasıl ilişki kuracağı, kimleri muhatap alacağı, kimlerle hangi zeminde işbirliği içinde olacağı konusu tam bir muamma… Bunun nedeni de iktidarın uzun vadeli bir strateji geliştirmek yerine sürekli savrulan bir strateji izlemiş olması ve her savrulmada bölge ülkeleri ile ilişkilerimizde yeni ve tamir edilmesi zor tahribatlar yaratılmış olmasıdır.

ABD’NİN HİMAYESİ ALTINDA PALAZLANAN YPG/PKK IŞİD’LE MÜCADELESİNDE FARKLI HEDEFLER GÜTMÜŞTÜR 

Amuran: Mike Pence yaptığı açıklamada, anlaşmaya ek olarak IŞİD’in Suriye’nin kuzeyinde tamamen yok edilmesi konusunda fikir birliğine varılmıştır” dedi. IŞİD, biz de dahil dünya için tehlikeli bir terör örgütü. Ülkeler YPG/PYD/PKK’yı Suriye’de korumak için belki de IŞİD’i gerekçe gösteriyor. Ancak IŞİD’in Türkiye’nin düşmanı olduğunu ve onlarca yurttaşımızı yitirdiğimiz yüzlerce yurttaşımızın yaralandığı Otogar katliamını bu ülkeler ne çabuk unuttular? Neler diyeceksiniz?

Sezgin: Barış Pınarı Harekatı’nın YPG/PKK ile mücadele ve Suriyeli mültecilerin evlerine dönmesi boyutları dışındaki diğer bir önemli veçhesi de IŞİD’di.  Bölgedeki Kürt gruplar, bir kısmı terör grupları olmak üzere, IŞİD’le mücadelede oynadıkları rol nedeniyle Batılı ülkeler nezdinde itibar kazanmıştır. Türkiye, IŞİD tehlikesi ortaya çıktığında maalesef güven vermemiştir. ABD, IŞİD ile mücadelede PKK ile iltisaklı gruplarla işbirliği yapmıştır. IŞİD, yüzlerce insanın ölümüne neden olan eli kanlı bir terör örgütüdür. Ancak IŞİD’le mücadele etmiş olmaları, YPG/PKK’nın da terör örgütü olduğu gerçeğini değiştirmez. Bu anlamda ABD IŞİD ile mücadele sürecinde bölgedeki ortaklarını ve stratejisini yanlış seçmiştir. Bunda Türkiye’nin Suriye sorununun başından bu yana izlediği yanlış politikaların da rolü büyüktür. Türkiye’nin Suriye politikası, bölgede bölge-dışı güçlerin etkili olmasını beraberinde getirmiştir. Oysa Türkiye, yaklaşımını vakitlice düzeltip Şam ile etkili bir iletişim içinde, Suriye’nin ulusal egemenliği ve toprak bütünlüğü söylemine uygun bir politika izlemiş olsaydı, bölgesel istikrar ve güvenlik konusunda bugün geldiğimiz noktadan çok daha iyi bir durumda olunacağından şüphe yoktur. Birkaç gün önce basına yansıyan haberlere bakılırsa, geri çekilen terörist gruplar, kontrolleri altındaki hapishanelerde bulunan IŞİD mensuplarını da serbest bıraktılar. IŞİD’li teröristlerin PKK’lılar tarafından serbest bırakılması, bir gerçeği daha ortaya koymaktadır. ABD’nin himayesi altında palazlanan YPG/PKK, IŞİD’le mücadelesinde farklı hedefler gütmüştür.

Amuran: Suriye sorununda taraflardan biri de Rusya idi. Salı günü Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Putin arasında gerçekleşecek SOÇİ görüşmesi, Türkiye açısından önemli. Son sürece gelinceye kadar Rusya nasıl bir politika izledi size göre?

Sezgin: Rusya’nın birincil amacı Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumak, rejimin sürmesini sağlamak, aynı zamanda Suriye içindeki Kürtlere belirli bir özerklik yapısı oluşturmak. Moskova’nın Suriye için hazırlamış olduğu Anayasa tasarısında bu öneri var. Ciddi bir devlet olan ve ciddiyetle yönetilen Rusya, bölgede kendi yaklaşım ve menfaatleri istikametinde bir denge kurmaya çalışıyor. Bu doğrultuda YPG/PYD/PKK’yla mevcut temaslarını rahatlıkla kullanabiliyor. ABD’nin askerlerini çekmesi ve Türkiye’nin operasyonu başlatması, Kürtlerde bir “arkadan vurulma” sendromuna neden oldu ve Rusya bunu iyi kullanıyor. Şimdi Suriye ile Rusya, Kürtlerle yeniden işbirliğine girdiler. Bunun, iktidarın hesapladığı bir durum olmadığı anlaşılıyor. Sahada dengeler ve taraflar çok hızlı bir şekilde değişiyor, her dakika yeni bir gelişme ortaya çıkıyor. Türkiye ile Suriye arasında istihbarat kurumları aracılığıyla yürütüldüğü iddia edilen görüşmeler ve Erdoğan ile Putin arasında yapılacak görüşmenin yansımaları, Suriye’de şu andakinden bambaşka bir tablo ortaya çıkmasına neden olabilir. Bu nedenle iktidarın muhalefet ile eşgüdüm içinde, kurumsal dış politika karar alma süreçlerimize bağlılık içinde ve uluslararası meşruiyeti göz önünde bulunduran bir tutum izleyerek hareket etmesi, ulusal çıkarlarımız açısından elzemdir.   

Amuran: Sizin de değindiğiniz gibi, Rusya kendi çıkarları doğrultusunda Suriye’nin bütünlüğü için daha gerçekçi açıklamalar yapıyor ve Türkiye ile Suriye arasında ilişkinin önemi üzerinde duruyor. Operasyonlar sırasında IŞİD kamplarının güvenliğinden endişe duyuyordu. Çünkü IŞİD kendi bölgelerinde de büyük tehlike değil mi?

Sezgin: Az önce de belirttiğim gibi Rusya Suriye’nin toprak bütünlüğüne önem veriyor. Bunun için de Türkiye’nin Esad yönetimini muhatap alması gerektiğini düşünüyor. IŞİD’in durumu da Rusya açısından en az Suriye’nin toprak bütünlüğü kadar önemli bir öncelik. IŞİD hem Suriye’nin toprak bütünlüğünü tehdit ediyor, hem Suriye’deki Rus mevcudiyetini hem de Rusya’nın kendisini… IŞİD’in içinde büyük sayıda Rus vatandaşı var ve cihatçı olarak adlandırılan terörizm Rusya’nın kendi ülkesi için de ciddi bir potansiyel tehlike. Ayrıca Moskova’nın ilgi alanı içinde olan Orta Asya, Asya coğrafyasında da IŞİD tehdidi var.

DIŞ POLİTİKADA KARAR ALMA VE UYGULAMA SÜREÇLERİMİZ ARTIK NORMALLEŞMELİDİR

Amuran: Biraz önce vurguladığımız gibi Putin’le Salı günü gerçekleştirilecek görüşme önemli. Türkiye’nin gelişen koşullarda nasıl bir dış politika anlayışına ihtiyacı var?

Sezgin: Bu kadar büyük dış sorunlarla ve başka meselelerle eş zamanlı şekilde karşı karşıya kalmamızın esas müsebbibi, iktidarın bilhassa son 9-10 yıllık dönemde uyguladığı basiretsiz, yanlış uluslararası ilişkiler yaklaşımıdır. O kadar çok savrulma yaşanmış, gelgitleri olmuştur ki artık bu iktidarın bir dış politikasından bahsetmek mümkün değildir. Dış politikasının en bariz özelliği politikasızlıktır, bu durumda sadece Türkiye’nin uluslararası ilişkilerinden söz edilebilir. Dış politikada karar alma ve uygulama süreçlerimiz artık normalleşmelidir. Türkiye’nin bir an önce, aklı, ülkenin gerçeklerini ve ulusal çıkarları yeniden merkeze alan, dünyanın yaşadığı transformasyona bu zaviyeden yaklaşarak uyum sağlayan bir dış politika anlayışına ihtiyacı vardır. Bunun mükemmelen gerçekleştirilmesi için öncelikle, itibarı ve işleyişi tahrip edilmiş olan, devletimiz hafızası niteliğindeki Dışişleri Bakanlığı’na ve mensuplarına itibarını iade etmek gerekmektedir.

Türkiye’deki tek adam rejimi uluslararası ilişkilerimizle ilgili kararların da sağlıklı tarzda şekillendirilmesini engellemektedir. Bu rejim aynı zamanda dış itibarımızı zedelemektedir. Güçlendirilmiş bir demokratik parlamenter sistemin tesisi dış politikamızda azami verimin sağlanabilmesi için de elzemdir. Türkiye’nin dış politikası, TBMM’nin de rol üstleneceği bir demokrasi rejiminin dış politikası olmalıdır.

Amuran: Burada hassas olunması gereken bir konu var. Geçen gün E. Tuğgeneral Haldun Solmaztürk de değinmişti: “Askeri harekatın siyasi söylemlerle ranta dönüştürülmemesi gerekir. Bu, askerin motivasyonu üzerinde etkili olabilir” diye uyarmıştı. Siyasi iktidara ve muhalefet partilerine düşen sorumluluk nedir?

Sezgin: Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener geçtiğimiz hafta partimizin grup toplantısında yaptığı konuşmada, Türk Ordusu cephede yerini aldığı anda tek siyasi partimiz Al Bayrak partisidir demişti. Kahraman Mehmetçiğimizin Suriye’nin kuzeyinde terör örgütlerine karşı Barış Pınarı Harekatı’nı başlattığı gün yaptığı açıklamada da aynı minvalde ifadeler kullanmıştır. Bizim için ulusal güvenliğimiz, birliğimiz, bütünlüğümüz birincil önceliktir ve siyasetin günlük işleyişinin üzerinde bir konumdadır.

Sayın Cumhurbaşkanı’nın “Millet İttifakı mutlaka dağılmalı” sözleri bu noktada tam bir bölücülüktür. Sayın Erdoğan makamı gereği konuşmalarında çok dikkatli olmak zorundayken, tam aksine kışkırtıcılığı ve bölücülüğü tercih etmektedir. Millet İttifakı bütün paydaşlarıyla devletinin ve ordusunun yanındadır. Kağıt üzerinde başkomutan olan kişi ise meseleye siyasi hesaplarla yaklaşmayı tercih etmemelidir. Sayın Erdoğan bu hassas süreçte AK Parti Genel Başkanlığı’nı bir tarafa bırakmalı, gerçek bir Cumhurbaşkanı kimliğiyle hareket etmelidir.

Muhalefet olarak sorumluluğumuzu büyük bir milli şuurla yerine getiriyoruz. Bu noktada iktidara düşense, karar alma ve uygulama süreçlerinde hem devletin köklü kurumlarını, hem de muhalefet partilerini bilgilendirmek, onların fikirlerini almak ve bu doğrultuda politika belirlemektir. TBMM’nin dış politikada daha çok söz sahibi olması, dış politikayı güçlendirir.

Amuran: Sayın Sezgin, yapıcı yol gösterici eleştirileriniz için teşekkür ederiz. Çok dikkatli olunması gereken bir süreçten geçiyoruz. Haklılığımızın kamu diplomasisiyle güçlendirilmesi için tüm görüşlere, değerlendirmelere ihtiyaç var. Bu nedenle yapılan eleştirilerin, kararlara katkı amacı taşıdığı unutulmamalı. Çok teşekkür ederiz.

Sezgin: Ben teşekkür ederim.

Nurzen Amuran

Odatv.com