Tutuklama tedbirindeki sorunlar

Anayasa m.19 ve AİHS m.5 metinlerinde düzenlenen kişi hürriyeti hakkıyla yakından ilgisi bulunan tutuklama, bir ceza değildir.

Tutuklama tedbirindeki sorunlar

I. GENEL OLARAK

Ceza muhakemesinde en önemli koruma tedbirlerinden olan tutuklama, bir yargıç kararıyla Anayasada ve yasada belirtilen koşulların gerçekleşmesiyle bir kişinin (sanık veya şüphelinin) henüz suçluluğu hakkında kesin karar verilmesinden önce özgürlüğünün geçici olarak kaldırılmasıdır.

Anayasa m.19 ve AİHS m.5 metinlerinde düzenlenen kişi hürriyeti hakkıyla yakından ilgisi bulunan tutuklama, bir ceza değildir. Soruşturma veya kovuşturmanın sağlıklı yürütülmesine yardımcı olan bir araçtır.

II. TUTUKLAMANIN NİTELİĞİ

Tutuklama, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını doğrudan kısıtlaması sebebiyle, koruma tedbirleri içinde en ağır tedbir olma özelliğini bünyesinde bulundurmaktadır.

Koruma tedbiri, ceza muhakemesi işlemlerinin sağlıklı şekilde yerine getirilmesi amacıyla alınan önlemlerdir. Bu şekilde, önemli olanın ceza yargılamasının sağlıklı şekilde devam etmesi olduğu düsturuyla hareket eden kanun koyucu, kişilik haklarına bir ölçüde müdahale edilebilmesine imkân tanımıştır.

Tutuklama kişi özgürlüğünü kısıtlaması ve hakim tarafından hükmedilmesi sebebiyle hapis cezası ile benzerlik göstermekle birlikte, ortak amaçları, hükümleri ve yerine getirilmeleri yönünden farklıdırlar. Hapis ceza, tutuklama ise tedbirdir. [ii]

Tutuklama kararı geçici niteliktedir. Bu onun tedbir olmasının doğal bir sonucudur. Bir ceza olmayan tutuklamanın, şartları oluştuğu anda kaldırılması gerekir. Bu sebeple, yargılamanın başında var olan tutuklama nedenlerinin, daha sonraki aşamalarda devam edip etmediğinin sıkı şekilde denetlenmesi ve tutuklama nedenlerinin ortadan kalkmış olması halinde, kişinin derhal serbest bırakılması gerekir.

III. TUTUKLAMA NEDENLERİ

Tutuklama kararı verilebilmesi için ilk şart, şüpheli veya sanık hakkında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunmasıdır. Suçu işlediği yönünde kuvvetli suç şüphesinin, somut deliller ile desteklenmesi durumunda, ayrıca tutuklama nedenlerinin de varlığı aranmalıdır.

Ceza Muhakemesi Kanunu tutuklama nedenlerini madde 100 kapsamında açıklamıştır. Buna göre, şüpheli veya sanığın kaçma şüphesinin bulunduğu durumlar başta olmak üzere, delilleri karartma ve tanık veya mağdur üzerinde baskı yapma şüphesinin varlığı durumunda, tutuklama nedeni var sayılabilir.

1. Kuvvetli Suç Şüphesinin Varlığını Gösteren Somut Delillerin Tespiti

Tutuklama sebepleri sınırlı olup, tutuklama kişi özgürlüğüne yönelik olduğundan kıyas yolu ile genişletilmesi mümkün değildir. [iii]

CMUK’da tutuklama kararının verilebilmesi için, “suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişileri” ararken, CMK m100/1’de “kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin varlığı” aranmaktadır. Yeni düzenleme ile tutuklama kararı için kuvvetli belirti yeterli olmayıp, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların varlığı gerekir. Böylece kanun, olayın gerçekleştiğine ilişkin emareleri değil, olayın kendisini aramaktadır.

Görüldüğü üzere yeni CMK tutuklama kararı verilebilmesinin ön koşulu olarak, kişinin suç işlediği yönünde somut delillerin varlığını aramaktadır. Mantıksal açıdan bakıldığında da bu durumun olması doğaldır. Bir kimsenin bir suçtan dolayı tutuklanabilmesi için öncelikle o suçu işlemiş olduğunun sabit olması veya bu konuda kuvvetli şüphelerin bulunması gerekmektedir. Sanığın veya şüphelinin suç işlediği yönünde somut olguların bulunmaması durumunda, atılı suçun cezasının ağırlığının da bir önemi kalmamaktadır.

Somut olguların ve şüphenin derecesinin ne olduğu konusu kafa karıştırıcı olabilir. Hüküm verilirken, şüphenin tamamen yenilip %100 oranına ulaşılması durumunda mahkûmiyet kararı verilecek, %1 oranında olsa bile olayın şüpheli kalması durumunda ise şüpheden sanığın yararlanacağı ilkesi gereği mahkûmiyet kararı verilemeyecektir. Ancak, tutuklama kararı verilmesi bundan daha farklı olduğundan şüphenin kuvvet derecesi daha düşük olacaktır. İddianame düzenlenmesi için gereken %51 mahkûmiyet oranından daha yüksek, ama %100’e varmayan şüphe aralığında tutuklama kararı verilebilecektir. Şüphelinin o suçu işlediği konusunda %90 mahkûmiyet olasılığı bulunması gereklidir. Bunun için şüphenin delillendirilmesi ve tutuklama kararında gerekçelendirilmesi elzemdir.[iv]

2. Kaçma Şüphesi

Tutuklama kararının verilmesinde en önemli ölçütlerden biri, şüpheli veya sanığın kaçma şüphesidir. Yargılamanın selameti için, şüpheli veya sanık ulaşılabilir durumda olmalıdır. Söz konusu kişilere ulaşılamaması durumunda, ceza yargılamasının sağlıklı şekilde yürütüldüğü söylenemez.

Kaçma şüphesinin tespiti bu açıdan önemlidir. Örneğin kişinin suçu işledikten sonra kaçak durumda iken yakalanması, kaçma şüphesinin varlığını gösterir. Kişinin yurtdışına çıkmak üzere iken yakalanması, vize başvurusunda bulunması, gizlenmek amacıyla hazırlık yaparken yakalanması durumlarında da kaçma şüphesinin varlığından bahsedilebilir. Tabiidir ki bu sayılan durumlar, kesin şekilde kaçma şüphesinin varlığını göstermez. Aksi kanıtlanabildiği sürece tutuklama kararı verilmemesi gerekir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Stögmüller/Avusturya davasında; "Kaçma şüphesi, her somut olayda ayrı ayrı ve olayın kendi özellikleri, şüpheli veya sanığın özellikleri, karakteri, hayat şartları dikkate alınarak özenle değerlendirilmeli ve bu karar verirken somut olgulara dayanmalıdır."[v] şeklinde karar vermiştir. Karar metni incelendiğinde, kaçma şüphesi sebebiyle tutuklama kararı verme şartlarının zorlaştırıldığı görülecektir. Doğru olanın da bu olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü kaçma şüphesi, spesifik bir haldir. Kişiden kişiye ve olaydan olaya değişebilir. Niyet okuma şeklinde, bir kişinin kaçma şüphesinin varlığı ortaya konulamaz. Kaçma şüphesinin somut olgular ile ortaya konulması gerekir. Aksi takdirde verilecek tutuklama kararının hukuksuz olacağı ortadadır.

İsnat edilen suçun ağırlığı ile kaçma şüphesi doğru orantılı değildir. Uygulamada cezanın ağırlığı ile kaçma şüphesi doğru orantılı şeklinde yorumlansa bile bu şekilde yapılacak bir yorum eksik ve hukuksuz olacaktır. AİHM; Panchenko-Rusya, Becciev-Moldova kararlarında, suçun ağırlığının kaçma şüphesi sebebiyle tutuklama kararı verilebilmesi için yeterli olmayacağını belirtmektedir.[vi]

“Kaçma tehlikesi ile ilgili olarak sanığın karakteri, ahlaki durumu, ikametgâhı, mesleği, malvarlığı aile bağları, tutukluluğa karşı gösterdiği tepki, başka bir ülkeye gerçekten kaçmayı planlayıp planlamadığı, kaçmayı planladığı ülkeyle bağlantıları gibi unsurlar, incelenmesi gereken diğer unsurlardır”[vii] AİHM Becciev-Moldova kararında, tutuklama kararı verilebilmesi için ne tür kriterler aranacağını bu şekilde örneklendirmiştir. Görüldüğü üzere AHİM kararlarına göre, suç vasfının ağırlığının, kaçma şüphesine karine teşkil etmesi gibi bir durum kabul edilemez.

Sonuç olarak, kaçma şüphesinin varlığı durumunda CMK m.100’e göre tutuklama kararı verilebilir. Fakat buradaki temel sorun kaçma şüphesinin ortaya konulmasıdır. Kaçma şüphesinin ortaya konulması her olay ve kişi açısından farklılık arz eder. Mahkeme tutuklama kararı vermeden önce olayı ve kişinin özelliklerini ayrıntısı ile incelemeli ve kaçma şüphesinin somut olgular ile ortada olması halinde tutuklama kararı vermelidir.. Bu durumlar dışında ezbere şekilde verilecek tutuklama kararlarının hukuksuz olacağını söyleyebiliriz. İsnat edilen suç vasfının ağırlığının kaçma şüphesi ile doğru orantılı olduğu şeklinde yanlış yorumların herhangi bir dayanağı bulunmamaktadır. Aksine AİHM verdiği muhtelif kararlarda, bu şekilde yapılacak bir yorumun kabul edilemeyeceğini vurgulamaktadır. Kaçma şüphesi sebebiyle verilecek tutuklama kararlarında, mahkeme veya hakim titizlikle çalışmalıdır.

3. Delilleri Karartma Şüphesi

Ceza muhakemesinde deliller 3B kuralı şeklinde sınıflandırılabilir. Bunlar belge, beyan ve belirtidir. Delillerin korunmasını sağlamak amacıyla tutuklama tedbirine başvurulabilir. Sanık veya şüphelinin, yargılama esnasında delillere müdahale etme, vasıflarını değiştirme, yok etme vb. bir girişimi somut davranışlarından anlaşılıyor ise, tutuklama nedeni var sayılabilir. Tanık ve mağdurların beyanları da delil olarak ele alınacaktır. Bu açıdan şüpheli veya sanığın, tanık veya mağdur üzerinde baskı kurması, tehdit etmesi gibi durumların varlığı da somut olarak anlaşılabiliyor ise, tutuklama nedeni burada da var sayılabilir.

Saydığımız sebeplerle tutuklama tedbirine başvurulabilmesi için, şüpheli veya sanığın davranışlarının somut şekilde delilleri karatmaya yönelik olması gerekmektedir. Somut olarak anlaşılamayan durumlarda tutuklama kararına hükmedilmesi kanuna aykırı olacaktır. Kaçma şüphesi başlığında bahsettiğimiz AİHM kararları, delilleri karartma şüphesi için de geçerlidir. Kişinin delilleri karartacağı somut olgular ile ortaya konulmalı ve gerekçelendirilerek karar verilmelidir.

4. Katalog Suçlar

Tutuklama kararı açısından bir diğer önemli husus ise katalog suçlardır. CMK m.100/3’deki düzenleme ile tutuklama nedenlerin varsayıldığı katalog suç listesi öngörülmüştür. Böylece, TCK’da veya özel Ceza Yasaları’nda yer verilen bazı suç türlerinde delillerin karatılması veya kaçma, saklanma ihtimalinin varlığı bir karine olarak kabul edilmiştir.[viii]

CMK m.100/3’de “tutuklama nedeni var sayılabilir” demektedir. Uygulamada bu durumun “tutuklama nedeni var sayılır” şeklinde algılandığını görmekteyiz. Bu durumun hukuka aykırı olduğunu belirtmek isteriz.

AİHM Shishkov-Bulgaristan kararında;“Katalog suçlarda ilk tutuklama kararı verilirken, tutuklama nedeni bulunduğu kanuni bir karine şeklinde kabul edilmişse de, tutukluluk durumunun uzatılması kararı verilirken, artık somut olgulara dayanan kaçma veya delil karartma şüphesinin kararda ortaya konması ve gerekçelendirilmesi gerekir.”[ix] şeklinde hüküm kurmaktadır. Görüldüğü üzere, katalog suçların varlığı halinde tutuklama nedenleri var sayılabilir ve tutuklamaya hükmedilebilir. Fakat tutukluluk durumunun uzatılması durumunda, somut olgular ile tutuklama nedenlerinin ortaya konulması gerekmektedir.

IV. TUTUKLAMA KARARI

Tutuklama kararı, soruşturma aşamasında Sulh Ceza Hakimi; kovuşturma aşamasında ise mahkeme tarafından verilir. Soruşturma aşamasında tutuklama kararı verilebilmesi için Cumhuriyet Savcısının tutuklama istemi gereklidir.[x] Savcılık tarafından adli kontrol istemi ile hakim karşısına çıkan bir kimse hakkında tutuklama kararı verilemez. Fakat savcının tutuklama istemi, sulh ceza hakimini bağlamaz. Kişi tutuklama istemi ile sulh ceza hakiminin karşısına çıktıktan sonra adli kontrol ile bırakılabilir. Bunun önünde bir engel yoktur. Kısaca, sulh ceza hakimi, savcının isteminden daha ağır bir karar veremez iken, daha hafif bir tedbire hükmedebilir ya da kişiyi serbest bırakabilir. Kovuşturma aşamasında ise böyle bir durumun olmadığını söyleyebiliriz. Duruşma esnasında verilen tutuklama kararları mahkeme tarafından re’sen verilir. Mahkeme tutuklama kararı verirken bir isteme ihtiyaç duymaz.

CMK m.100 incelendiğinde, tutuklama nedenlerinin varlığı durumunda tutuklama kararının verilebileceği belirtilmiştir. Buradaki ‘verilebilir’ kelimesi önem arz etmektedir. Tutuklama kararının verilmesi hakim veya mahkemenin takdirine bırakılmıştır. Madde metninden de anlaşılacağı üzere, tutuklama nedenlerinin olması, tutuklama kararının kesin şekilde verileceği anlamına gelmemektedir. Hakim veya mahkeme, tutuklamadan sağlanacak yararın adli kontrol veya başkaca tedbirlerle de sağlanabileceği kanaatine vardığında tutuklama kararı vermemelidir.[xi]

Tutuklama kararı verilebilmesi için somut olay açısından tutuklamanın zorunlu olması gereklidir. Sanık tutuklanmadığı takdirde, delilleri karartacak veya delillerin kuvvetini azaltacak olmalıdır.[xii]

V. TUTUKLAMA GEREKÇESİ

Tüm kararlar gibi tutuklama kararları da gerekçeli olmalıdır.[xiii] Tutuklama kararının gerekçesinin kararda gösterilmesinin yararı, bir taraftan hâkimin karar verirken kendisini denetlemesini ve verdiği kararın üst mahkeme tarafından denetlenmesini, diğer yandan ise tutuklanan kişinin neden tutuklandığını anlamasını sağlamaktır.[xiv]

Tutuklama nedenlerinin bildirilmesi ve gerekçelendirme büyük bir önem ve aynı zamanda zorunluluk taşır. "Bir kişinin gerekçeden tamamen yoksun bir yargı kararıyla tutuklanması ve tutukluluğun uzatılması kabul edilemez. Bununla beraber tutukluluğu meşru kılan gerekçeler gösterilerek bir zanlı ya da sanığın tutuklanmasının keyfi olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak aşırı derecede kısa gerekçelerle ve hiçbir yasal hüküm gösterilmeden tutuklama kararı vermek ya da tutukluluğu devam ettirmek bu çerçevede değerlendirilmemelidir."[xv] Anayasa Mahkemesinin 2014 tarihli kararı incelendiğinde, tutuklama ve tutuklamanın uzatılması kararlarında gerekçenin yeterli ve somut şekilde ortaya konulması zorunludur. Uygulamada sıklıkla karşılaşılan sorunlardan biri de gerekçenin ezbere şekilde kısa ve eksik şekilde yazılmasıdır. Nitekim bunun kabul edilemeyeceği Anayasa Mahkemesi kararları ile ortadadır. Hangi nedenle tutuklama yapıldıysa, o nedenin somut olgular ile desteklenerek gerekçelendirilmesi gerekir.

AİHM Boicenco vs Moldova kararında, tutuklama nedenlerinin somut gerekçeler ile desteklenmesi gerektiğini vurgulamıştır. Aksi halde verilen kararların AHİS hükümlerine aykırılık teşkil edeceğini belirtmiştir;

"Tutukluluğun devamına ilişkin olarak verilen kararda kişinin kaçma şüphesinin ya da yeniden suç işleyeceği şüphelerinin somut gerekçelerle desteklenmeden yalnızca genel hatlarıyla belirtilmesi AİHS m.5/3 ihlalidir.”[xvi]

65655/01 başvuru numaralı Chraidi – Almanya ve 11364/03 başvuru numaralı Mooren – Almanya kararında AİHM; “… aşırı derecede kısa gerekçelerle ve hiçbir yasal hüküm gösterilmeden tutuklama kararı vermek ya da tutukluluğu devam ettirmek suretiyle özgürlüğünden yoksun bırakılan başvurucunun, AİHS m.5’de belirtilen “bireyi keyfiliğe karşı koruma” amacına uygun hareket edilmediği gerekçesiyle, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

AYM ve AİHM’nin gerekçelendirme konusuna verdikleri önem ortadayken, yerel mahkemelerin verdikleri tutuklama kararlarının, neden böylesine gerekçeden uzak, birbirinin aynı, kısa ve eksik olduğu anlaşılamamaktadır.

VI. TUTUKLAMA KARARI YERİNE ADLİ KONTROL KARARI VERİLMESİ

Adli kontrol kararı, tutuklama sebeplerinin varlığına rağmen şüpheli veya sanığın denetim altına alınarak tutuklama kararı yerine uygulanan bir ceza muhakemesi tedbiridir. Hakim, tutuklama tedbiri yerine, kişiyi bir veya birkaç yükümlülük altına alarak serbest bırakmaktadır. Adli kontrol tedbiri, şüpheli veya sanığın adli bir kararla, fakat idari bir yolla kontrol altına alınmasını sağlamaktadır. Kişi, adli kontrol kararı sonucu bir veya birkaç yere haftanın belli günleri imza atarak kaçmayacağını gösterebilirken, belli yerlere gitme yasağı ile de delilleri karartma durumunun olmayacağını garanti edebilir. Adli kontrol tedbirleri olayın özelliklerine göre değişkenlik gösterebilir. Hakim her olayın özelliklerini göz önüne alarak en uygun tedbire karar verebilir.

Tutuklama kararından sağlanacak yarar, adli kontrol ile de sağlanabiliyor ise, hakim tutuklama kararı veremez. Tutuklama kararının verilebilmesi için, söz konusu kararın zorunlu olması gerekir. Adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının mümkün olmaması durumunda tutuklama kararı verilebilir. Uygulamada hakimler tutuklama kararı gerekçesinde, adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağını tek cümle ile belirtip geçmektedir. Nitekim bu durumun hukuksuz olduğunu belirtmek isteriz.

21 Aralık 2000 tarihli Jablonski-Polonya kararında Mahkeme, ulusal mahkemelerin iç hukukta açıkça öngörülen adli kontrol tedbirine karar verme olasılığını hiç düşünmemiş olmalarını ve adli kontrol tedbirinin niçin başvurucunun mahkemeye gelmesini sağlayamayacağını veya başvurucu salıverilecek olursa niçin davasının gereği gibi görülemeyeceğini açıklamamış olmalarını dikkate alarak, Sözleşmenin 5.maddesinin 3.fıkrasının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır.

Tutuklama kararı verilirken, adli kontrol hükümlerinin neden yetersiz kalacağı, karar gerekçesinde anlatılmalıdır. Normalde adli kontrol hükümleri ile sağlanacak yararın neden sağlanamayacağı belirtilmelidir. AİHM kararlarında buna aykırı verilen kararların, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlali sonucunu doğuracağını belirtmektedir.

16.07.2014 tarih 2012/1108 başvuru numaralı kararında Anayasa Mahkemesi: adli kontrol hükümlerinin yeterince dikkate alınmadığına, kişinin tutukluluk kararının uzatılması ile bundan sağlanacak kamu yararının arasında ölçüsüzlük olduğuna değinmiş ve söz konusu tutukluluk kararının Anayasanın m.19/7’yi ihlal ettiğini belirtmiştir.

Asıl olan adli kontrol gibi tedbirler ile kişiyi tutuklamamaktır. Ne yazık ki şuan uygulamada bu durum göz ardı edilmektedir. Adli kontrolün neden yetersiz kalacağı gibi soruların cevapsız bırakıldığı, basmakalıp kısa ve eksik gerekçeler ile tutuklama esas alınmıştır. Bu durumun telafisi imkânsız zararlara sebebiyet vereceği ortadadır. AYM ve AİHM kararlarının yeterince anlaşılamadığını, özümsenmediğini görmekteyiz. Uzun vadede ülkemiz açısından büyük zararlara sebebiyet verecek bu tür kararların, en yakın zamanda düzeltilmesini umuyoruz.

 

MAKALENİN DEVAMI İÇİN TIKLAYIN...

 

Av. Sedat OKUDUCU / HUKUKİHABER.NET