Yüksek yargının hukukla imtihanı

Yargıda reform paketi… Ne kadar hukuksal ne kadar siyasi…

Yüksek yargının hukukla imtihanı

Hukuk önünde eşitlenmedikçe toplumsal bir huzura ve barışa kavuşmamızın imkanı yok

Yargıda reform paketi… Ne kadar hukuksal ne kadar siyasi…

Kimi alkışlıyor Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu gibi: "Böyle bir çalışma daha önce görülmedi..."

Pek çok kişi hatırlatıyor ve sorguluyor: Avrupa'yla 'ortaklık hayali' yolunda bu üçüncü paket. İlk ikisi uygulanmadı, bunun farkı ne ola ki?

Mesela paketteki; fikirleri yüzünden pek çok kişiye ceza yağdırılan Terörle Mücadele Kanunu'nun terör propagandasına ilişkin 7/2 maddesi ile ilgili değişiklik teklifi. Bugüne kadar tam 5 kez değişmiş. 4744, 4963, 5532, 6459, 6638… Şimdi 6. değişikliğe hazırlanılıyor. Gerekçe ise her seferinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarıyla uyum. (Kaynak: Kerem Altıparmak.) Bu değişiklik ile ilgili de 'yetersiz ve her yöne çekilebilir' yorumları var. Uluslararası Basın Enstitüsü'nün (IPI) bu konudaki çalışmasından notlar şöyle:

"Şu anki kanun geniş kapsamı ve belirginliği olmayan terör tanımı nedeniyle bir hayli eleştiriliyor. Suç oluşturacak eylemlerin geniş tanımları ve kapsamındaki belirsizlik gazetecilerin mesleki faaliyetleri yüzünden sık sık terör suçlamaları ile yargılanmasına ortam sağlıyor. Buna karşılık, terörle mücadele kanununa önerilen yasa tasarısında basın yoluyla terör propagandası suçunu tanımlayan 7. maddenin 2. paragrafına yalnızca şu ifade eklendi: "Haber verme sınırlarını aşmayan veya eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz." Ancak bu ekleme, "terör propagandasını" hangi eylemlerin oluşturduğu tanımlamazken, eklenen ifadedeki "haber verme sınırının" da tam olarak nasıl belirleneceğini tanımsız bırakarak, medyaya uygulanan baskılarda ve gazeteci tutuklamalarında baş rol oynayan terörle mücadele kanununu istismara ve keyfi uygulamalara bir kez daha açık bırakıyor."

IPI maddeyle ilgili 'açık kapı bırakıyor' diye naif bir ifade kullanmış. Son yıllarda 'kapalı kapılar ardında hukuka nasıl zarar verildiği' bilinmiyor gibi. Tabi bu IPI'in değil Türkiye'nin ayıbı. Tek ve basit bir örnek. Bu ülkede Anayasa Mahkemesi kararını uygulamayan hakimler Yargıtay'a terfi ettirilip başkan yapıldı. Bunlar öyle hakimler ki arkalarına aldılar iktidarı gözümüzün içine baka baka Anayasa'nın 153. Maddesi ihlal ettiler. Üstüne bir de terfi aldılar. Ne diyordu o madde… "MADDE 153- Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir. (...) Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar."

İlk derece mahkemelerin 'siyasetin müdahalesine açık halini' onlarca davada net şekilde görüyoruz. Peki ya yüksek mahkemeler?.. Anayasa Mahkemesi ya da Yargıtay. Oradaki durum ne? Tabi tüm yüksek yargı mensuplarını bağlamaz ama genel bir eğilimi göstermesi açısından 3 kaynağın aktarımlarıyla durumu tarif etmeye çalışacağım. Aslında teker teker davalara, verilen oylara ve gerekçelere bakılınca durum anlaşılıyor. Yine de birinci ağızlardan dinlediğim 3 örneği aktaracağım.

Birincisi halen AKP'deki bir isim. Hukuk kökenli. İddianame okuyarak, davaları yakından takip ederek özellikle 'siyasi kimi davalarda' eleştiriler yapıyor. Bir gün Yargıtay'dan bir isim kendisini arıyor ve şöyle söylüyor: "Böyle yaparak FETÖ ile mücadeleyi zayıflatıyorsunuz." Muhatabı "Esas herkesi bir torbaya atarak haksızlık yapmak mücadeleyi zayıflatır" diye yanıt veriyor. Ama sonuçta işin ucunda bir anda 'hedef gösterilmek, itham edilmek' var.

İkinci isim muhalefetten. Havaalanında uçak beklerken Yargıtay'dan bir grup isimle karşılaşıyor. Konu siyasi ve güncel davalara geliyor. Muhalefet milletvekili 'işiniz zor tabi sizin' diye bir nezaket cümlesi kuruyor. Karşısındaki isim biraz da yanlış anlayarak yanıt veriyor: "Devleti gözeten kararlar alıyoruz merak etmeyin." Milletvekili "Hukuku gözeten, önceleyen demek istediniz sanırım" diye konuşmayı sürdürmek istiyor. Ama orada 'hat kopuyor'… Devlet tarifinin siyasi iktidarlara, kişilere, ideolojiye göre şekil değiştirdiği süreçlerde yüksek yargının jargonu… Ya da hukukun, adaletin öncelenmediği durumlarda devletin geldiği nokta… 1980 darbesi sonrası hazırlanan 82 anayasasındaki 'kutsal devlet' (sonradan metinden çıkartıldı) bakışı.

Üçüncü isim eski bir AKP'li… Onun 'iki deneyimi' var. Biri Anayasa Mahkemesi, biri de Yargıtay'da... İkisinde de 'kamuoyunun yakından izlediği davalar ve bu davalarda yargılananlarla ilgili' iddianamelerin dışında, hukuki olmayan yorumlar yapan 'üst düzey' isimler... Teker teker davalardaki kişiler sayılarak yapılan sübjektif değerlendirmeler… Hukuka değil siyasi duruma uydurulan kararlar. Gerekçeli metinlere bakıldığında ortaya konulan durumun vahameti.

Kimileri son günlerde Yargıtay'dan ve Anayasa Mahkemesi'nden çıkan bazı kararlara bakarak bir rahatlamadan bahsediyor. Anlamadıkları şu… Siyasi ihtiyaçlarla, dosya bazında alınan kararlarla Türkiye demokratik bir hukuk devleti olamaz. Yargılananların içerideki ve dışarıdaki desteğine, gücüne göre şekillenen bir sistem kabul edilemez. Kim olursanız olun, hangi görüşün, hangi mahallenin insanı... Hukuk önünde eşitlenmedikçe toplumsal bir huzura ve barışa kavuşmamızın imkanı yok. İlk derece mahkemelerin de yüksek mahkemelerin de üyelerinin hukuka ve vicdana dayanarak karar verdiği günlerin özlemi ve talebiyle…

 

https://t24.com.tr/yazarlar/murat-sabuncu/yuksek-yarginin-hukukla-imtihani,24011

MURAT SABUNCU / T24.COM.TR