Pegasus casus yazılımı otokratların iktidarını pekiştiriyor

SÖZDE DEMOKRASİ, ÖZDE DİKTATÖRLÜK

Pegasus casus yazılımı otokratların iktidarını pekiştiriyor

Pegasus casus yazılımı otokratların iktidarını pekiştiriyor

Muhaliflerini susturmaktan vatandaşlarını gözetlemeye varıncaya dek, dünya genelindeki otoriterler yeni yönetim stratejileri geliştiriyorlar.

George Monbiot

Demokrasi, sahip olduğunuz imkânların eşit olmasını gerektirir. Eğer hükümetler rakiplerinin erişemeyeceği siyasi silahlar edinirlerse, onları iktidar koltuğundan kaldırmak da güçleşir. Günümüzde o kadar çok araca sahipler ki, bir kez kurulduktan sonra etkili bir otokrasinin bir daha nasıl devrilebileceğini merak etmeye başladım.

Guardian gazetesinin, hükümetler tarafından yaygın biçimde kullanıldığının ortaya çıkarılmasına yardımcı olduğu Pegasus adlı casus yazılım, orantısız gücün en yeni örneği. Birinin hayatını gözetleme, her bir hareketini, sözünü ve hedefini izleme kabiliyeti, otokratlara eşi benzeri görülmemiş bir güç sunuyor. Bu, bizleri kendimize karşı muhbirler haline getiriyor. Bu casusluk faaliyetine maruz kalan hiç kimse, bu planlar önceden bilinmeden ve büyük ihtimalle de engellenmeden, barışçıl ve demokratik bir şekilde bir hükümetin yerini almayı planlayamaz.

SÖZDE DEMOKRASİ, ÖZDE DİKTATÖRLÜK

Berlin Duvarı’nın yıkılışından bu yana, otokratlar kesintisiz bir yönetim için yeni bir strateji geliştirdiler: Gerçekte işlememesini sağlarken, seçimler ve parlamentolar dahil olmak üzere, demokratik süreci ve imajı korumak. İktidar demokratik yapılardan geri alınır ve bin bir zahmetle meydan okunabileceği bir yere taşınır: Muhalefet karşısında para ve himaye gücü, itaatkâr bir yargı ve yaltakçı bir medya eliyle savunulan küçük bir çevrede toplanır. Narendra Modi, Viktor Orbán, Recep Tayyip Erdoğan, Jarosław Kaczyński, Vladimir Putin ve Alexander Lukashenko bu sürecin nasıl işlediğini iyi bilir.

Belarus’tan Hong Kong’a dek gördüğümüz üzere, protestolar çoğunlukla etkisiz kılınıyor. Pek sayıda insan sokaklara dökülüyor, eskiden birçok rejimi deviren demokratik ahlaki yetkiyi kullanıyor çekiyor ama sonuçta hiçbir şey olmuyor. Otokratlar koltuklarında oturup dışardaki protesto enerjisinin tükenmesini, başlarının ezilmesini ve artık halktan korkmaları gerekmediğini bilerek protestocu liderlerin hapse atılmasını bekliyorlar. Artık ya hile ve baskı ya da aldatma yoluyla seçimleri kazanma veya kaybederlerse, seçim sonuçlarını yok sayma seçeneklerine sahipler. Tarihin yayı artık adalete doğru eğilmiyor.

Yeni gözetleme araçları, bir grup olağanüstü modern silahı da tamamlıyor. Sosyal medyada yayılan karanlık reklamlar; egemen sınıfı destekleyen çirkin fikirleri sözde ‘sağduyuya’ dönüştürmek için kirli parayı kullanan ‘düşünce kuruluşları’; seçmenlerin bastırılması; mahkemelerin tıka basa doldurulması; kurumlar arasındaki bitmek bilmeyen süreçler sayesinde sivil alandaki muhalefeti engelleme; akıllıca yürütülen kültür savaşları: Bunlar sözde demokrasilerde, otokrat iktidarın giderek daha fazla kullandığı karmaşık araçlar.

İNGİLTERE’NİN ÖLÜM DÖŞEĞİNDEKİ DEMOKRASİSİ

Bunların birçoğu İngiltere’de de kullanıma sokuluyor. Elimizde, hükümetin Pegasus adlı casus yazılımı kullandığına ilişkin hiçbir kanıt bulunmasa da, hükümetin istihbarat teşkilatı GCHQ tarafından geliştirilen ve kimi cinsel yollarla tuzağa düşürülen barışçıl protestoculara karşı görevlendirilen gizli polisin kullandığı gözetleme ağları üzerinden vatandaşların daha fazla gözetlendiğini Edward Snowden sayesinde öğrendik. Polisler, bu skandalın ayrıntıları sızmaya devam ederken kendilerine çeki düzen verme sözü verdiler. Buna karşın, geçtiğimiz hafta, ‘Extinction Rebellion’ [Yok Oluş İsyanı*] protestolarına katılan eski bir polis memuru, Metropolitan polisinin kendisine muhbirlik yaptırmaya çalıştığını öne sürdü. İçişleri Bakanı Priti Patel’in barışçıl çevre protestocularını 'suçlu' diye nitelendirmesi hesaba katıldığında, polisiye casusluğun sürmüyor olması şaşırtıcı olurdu.

Hükümet, siyasal alanı tek taraflı bir aynaya dönüştürüyor. Tıpkı hayatlarımız hakkında daha fazla şey öğrendiği gibi, kendi ayak oyunları hakkında daha az şey öğrenmemizi sağlıyor. Resmi Sırlar Yasası’nda önerilen değişikliklerle, gazetecileri ve diğer vatandaşları sanki casuslarmış gibi 'izinsiz açıklamalar' yapmaları halinde muhtemelen 14 yıl hapis anlamına gelen 'artan azami cezalar' aracılığıyla tehdit ediyor. Şimdiye dek kamu yararı savunması yönündeki çağrılara direndi. Buna karşın, hükümetin gerçekleştirdiği suiistimallerinin izinsiz biçimde kamuya açıklanması demokrasi için hayati öneme sahip. Gayri meşru soruşturmalar çoğalırken, meşru soruşturmalar bastırılıyor.

Son 35 yıl içinde, sahip olduğumuz siyasi özgürlükler, hem Muhafazakâr hem de İşçi Partisi hükümetlerinin dayattığı bir grup baskıcı parlamento kararıyla aşındırıldı: 1986 Kamu Düzeni Yasası, 1992 Sendika ve İşçi İlişkileri Yasası, 1994 Ceza Adaleti ve Kamu Düzeni Yasası, 2000 Terörle Mücadele Yasası, 2003 Toplum Karşıtı Davranışlar Yasası, 2005 Ciddi Organize Suçlar ve Polis Yasası, 2014 Lobiciliğin Şeffaflığı, Parti Dışı Kampanyalar ve Sendika Yönetimi Yasası, 2016 Sendikalar Yasası, 2021 Gizli İnsan İstihbarat Kaynakları Yasası, bunlardan yalnızca birkaç tanesi. Fakat bunlardan hiçbiri, şu anda Avam Kamarası’ndan değiştirilmeden geçen polis, suç, ceza ve mahkemeler yasa tasarısı kadar cüretkâr değildi. Polise, protestoları -çevredeki insanlarda 'ciddi huzursuzluk yaratmak' da dahil olmak üzere-aşırı derecede muğlak bir şekilde tanımlanmış herhangi bir kamusal rahatsızlık ifadesini bahane edebilecekleri gerekçelerle engelleme yetkisi veriyor. ‘Ciddi huzursuzluk’, demokrasinin motorudur. Peki, bu yok edilen siyasi özgürlükleri ne zaman ve nasıl geri kazanacağız?

DİKTATÖRLÜĞÜ YIKMAK MÜMKÜN OLACAK MI?

Sandık kabinlerinde kimlik kanıtı sunulması talebi, ABD’deki Cumhuriyetçilerin öncülüğünü yaptığı türden, bariz şekilde seçmenleri bastırmak amacıyla yürürlüğe konan bir girişimdi. Aslında olmayan bir sorunu çözmek için (seçimlerde ‘yaygın görülen’ kimlik sahtekârlığı), muhafazakâr oy kullanma ihtimali düşük olan, çoğunlukla en yoksul ve en dışlanmış topluluklarda yaşayan 2 milyon insanı oy kullanmaktan alıkoyabilir.

Hükümet, seçim komisyonunu lağvetme, seçimlerin gerçekleştirilme biçimi ve yardım toplama hususundaki geriye kalan cılız denetimleri de ortadan kaldırma fikrini ortaya attı. Yargı denetimi ve mahkemeler yasa tasarısı, kararlarına itiraz etme olanağımızı kısıtlayacak. Çevreye zarar veren projeler ve Covid vakalarını içeren son gelişmelerin de gösterdiği üzere, yasal itirazlar hesap sormak noktasında büyük önem taşıyor. Üniversiteler ve diğer kamu kurumlarında eleştirileri yok etmek amacıyla kültür savaşlarını kullandı ve milyarder basınla birlik olarak, gücünü aldığı çıkar çevrelerine karşı çıkan herkesi, çoğu zaman yıkıcı bir etkiye maruz bırakacak biçimde şeytanlaştırdı.

Hükümetin geriye kalan tek zayıf noktası ise bizzat kendi beceriksizliğidir. Donald Trump, ABD sistemi işlediği için değil, beceriksiz bir otokrat olduğu için koltuğunu kaybetti: zira dikkati dağınık, dürtüsel ve çelişkili biriydi. O, Modi, Putin, Orbán, Erdoğan, Kaczyński ve Lukashenko’nun sahip olduğu şeye, yani stratejik, sofistike bir güç dürtüsüne sahip değildi.

Boris Johnson, Covid-19 kaynaklı 130 bin can kaybının da kanıtladığı üzere, olağanüstü derecede beceriksiz bir yönetici. Yetkili bir otokrat olup olmadığı da yakında ortaya çıkacak. Kesin olan şu ki, muhalefeti bastırmada ülkeyi yönetmekten daha etkili biri. Yargısal yandaşlık yaratmak için kazançlı salgın sözleşmeleri ve mülk zenginlerini destekleyen planlama yasalarında yapılan hamleler sayesinde, hükümeti, tüm otokrasiler için gerekli olan himaye ve kayırma ağlarını da örmeye başladı. Johnson’ın genel yararsızlığı belki de ölümcül bir hal alacak. Buna alternatif olarak, yeni siyasi silahların yardımıyla gerçekleştirdiği zalimce güç arayışı, idari başarısızlıklarını önemsiz hale getirebilir.

Her iki durumda da, harekete geçmek için çok az zamanımız kalmış gibi görünüyor. Bir sonraki seçimde hükümet değişikliğini sağlayamazsak ve sonraki hükümet iktidarı halka iade etmeye hazır değilse, çok uzun bir süre için başka bir şans bulamayacağımızdan endişeleniyorum.


Yazının orijinali The Guardian sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)