Artık karar vermemiz gerekiyor!

UNUT Kİ UMUT OLSUN!

Artık karar vermemiz gerekiyor!

Artık karar vermemiz gerekiyor!

Sosyal tarih alanında çalışmalar yürüten yazar Güven Akıncı “Artık karar vermemiz gerekiyor. Toplumsal hafızımızdaki, aşındıran, bizi mecalsiz kılan acı geçmişten sıyrılıp çıkamazsak, gelecek için ne kadar umutlu olabiliriz ki?” diyor.

Rahmetli Aliya Izzet Begoviç “Soykırımı unutursanız tekrarlanır” diyerek halkını uyardığında, gelecek kuşaklara rövanş almayı tembihlemiyordu şüphesiz. “Güçlenin, muayyen bir günde size yapılanların intikamını alın” demiyordu. Nereden anlıyoruz bunu? “Onlar bizim sadece düşmanımız, öğretmenimiz değil” telkinini yapan bir liderin, sözlerindeki maksadın halkını ‘uyarmak’ olduğu çok sarih. O, Bosnalılar`ı müteyakkız kalmaya davet ediyordu.
Sağlıklı insan unutur. Sağlıklı toplumlar da öyle. Bir an için her canlının mukadder akıbeti olan ölümü, hiç aklımızdan çıkarmadığımızı düşünelim. Yaşayabilir miyiz? Doğa, insan cinsinde ölümü dahi unutturan bir mekanizmayı işler kılmış. Natura unutturuyor zaten. Tersi yük, tersi natura rağmen, tersi pranga.

UNUT Kİ UMUT OLSUN!

Kastım travmatik geçmiş tabii ki. Yoksa nostaljinin romantizmine hangimiz kapılmıyoruz?
Teksas Üniversitesi’nde unutma sırasında beyin aktivitesini izlemek için yapılan bir araştırmada ‘bilinçli olarak bir şeyleri unutabilme yeteneğine sahip olduğumuz’ tespit edilmiş. Jarrod Lewis-Peacock fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme yaparak, unutma sürecinin aktif bir tutum olduğunu ispat ediyor. Yapılan klinik araştırmada; beyin bir olayı unutmaya niyetlendiğinde ona odaklanıyor, hafıza hareketliliği artıyor ve unutma işlemi hızla gerçekleşiyor. Beynin bunu nasıl yaptığını bilim henüz ispat edemiyor. Jarrod’a göre iradi unutmak aktif bir tutum olduğu için, unutmaya karşı direnmek de pasif süreç.
Türkiye`de bugün nizamiyesindeki kocaman tabelalara “Unutmadık, unutturmayacağız, unutursak kalbimiz kurusun” yazılmış yerleşkelerde yaşıyoruz. Kentlerimize görkemli anıtlar inşa ettik her biri tarihsel bir acımıza denk düşen. Her bir takvim yılında yas günleri işaretledik takvimlerde gün kalmamacasına. Zamanı tayin edilmiş anma ritüelleri tertip ediyoruz, acılarımızı elle tutulur kılmak için yaptığımız anıtların çevresinde. Hançeremiz yırtılırcasına haykırıyoruz “unutursak kalbimiz kurusun” diye...

Neden yapıyoruz bunu? Kin ve intikam duygusunun zehirlediği irrasyonel bir tutum mu yoksa başka acılar yaşanmasın diye farkındalık oluşturma gayreti mi? İlki sorunlu ve korkarım bizim motivasyonumuz da ilkinde. Ve bu zihni arka planın bizi 21’inci yüzyılda getirdiği yer; gotik bir toplum olmak.

“Her şeyi hatırlamak bir tür deliliktir” derken Freud, insani bilincin zerk ettiği korkulardan beri kalıp özgürleşmeye davet ediyordu. Modern psikoanalitik çalışmalar, bireysel belleğin olduğu gibi toplumsal belleğin de, yaşam üzerindeki etkilerinin tartışılmazlığını vurguluyor. Geçen yüzyıl insanlığın büyük acılar yaşadığı bir tarih kesitiydi. Dünya iki büyük savaşla beraber, yıkımlar, işgaller, doğal afetler, hastalıklar, krizler yaşadı. Türkiye olarak biz de 20’nci yüzyıl travmalarından çokça nasiplendik. Henüz başlarında, imparatorluktan ulus devlete geçişin büyük travmasını yasadık. Verdiğimiz kurtuluş mücadelesi, savunma savaşlarımız, sonrasında kurduğumuz yeni devletimizin ‘yerini bulma’ sancıları, bugünlere kadar taşıdığımız etnik, inanç ve sınıf çatışmaları, isyanlar, göçler, katliamlar, darbeler toplumsal belleğimizin psişik marazları olarak tevarüs ettiklerimizdi. Toplumsal patoloji öylesine ağır bir fatura koydu ki önümüze, bir türlü hesabı denkleyemiyoruz. Hükümetler değişiyor, yasalar tanzim ediliyor, kadrolar yetiştiriliyor ancak dön dolaş aynı yere geliyoruz. Artık Türkiye’nin bu zinciri kırması gerekiyor. Toplumsal hafızımızdaki, aşındıran, yoran bizi mecalsiz kılan acı geçmişten sıyrılıp çıkamazsak, gelecek için ne kadar umutlu olabiliriz ki?

PACTO DEL OLVİDO (UNUTMA ANLAŞMASI)

İspanya’da 1936 yılında darbe yoluyla iç savaş başlatan, ardından 1939’da zafer kazanarak iktidar ele geçirip, 1975’te ölünceye kadar ülkeyi demir yumrukla yöneten General Francisco Franco’nun ardından İspanyollar tarihsel hafızalarında önemli bir karar aldılar. İktidar ve muhalefet, çıkardıkları af yasasının kapsamını, yazılı bir metin olmaksızın ‘Pacto del Olvido’ (Unutma Anlaşması) ile genişletti. Buna göre geçmiş dönem soruşturulmayacak, toplu mezarlar araştırılmayacaktı. Diktatör Franco rejiminin infazları kimi kayıtlarda 100 binlerin üzerindeydi. Ancak geçmiş, geçmişte kalacak, İspanya geleceğine bakacaktı. Geçmiş yaraları kaşımanın kimseye faydası yoktu. İspanya halkının kahir ekseriyeti yaşanan travmatik süreci ‘aktif unutma’ya terk edecekti. İspanyolların bu cesur kararı ülkelerini, 1980’lerden sonra demokratik ülkeler ligine taşıdı. Franco döneminin bürokratik kadrolarında yer almış isimler, o yıllarda ülkede sağ partilerin kuruluşunda ve üst kadrolarında yer buldular. İki binlerin başında diktatörlük sonrası İspanya’nın ikinci jenerasyonu yani acı dönemleri yaşayanların çocukları, unutmaya itiraz edecek olsalar da Diktatör Franco’nun ihtişamlı anıt mezarı mütevazi bir kiliseye dönüştürülerek itirazlara kayıtsız kalınmadığı izlenimi yaratılmış oldu. Bugün İspanya sanayi kurumlarıyla, tanınmış markaları turizm gelirleriyle, Avrupa’nın tarımsal üretim üssü olmaklığıyla, büyük ve güçlü bir ülke.

BİZ DE UMUTLANMIŞTIK ASLINDA

2011 Haziran seçim zaferinden sonra aynı yılın 23 Kasım’ında Başbakan Erdoğan, gündemdeki ‘dersim tartışmaları’na beklenmedik bir çıkışla dahil oldu. Partisinin genişletilmiş il başkanları toplantısında Erdoğan şu ifadeleri kullandı: “Devlet adına özür dilemek gerekiyorsa ve böyle bir literatür varsa ben özür dilerim ve diliyorum.” Bu ifadeler bir seçim manevrası olarak değerlendirilemezdi, zira Erdoğan seçimleri büyük bir farkla kazanmıştı 4 ay öncesinde. Tunceli doğumlu ana muhalefet partisinin liderini, açığa düşürmek gayretiyle bir ön alma gibi okusak bu da ‘attığı taş ürküttüğü kuşa değmez’ türünden bir riskti. Umutlanmıştık! Devlet en üst temsilde, 13 bin insanın katledildiği ‘Dersim Katliamı’ ile yüzleşiyor ve özür diliyordu. Bu toplumsal travmalarımızla yüzleşip, kollektif hafızadan çıkarılması yönünde bir ilk adım olabilir miydi? Biz de İspanyollar gibi unutmakta ittifak sağlayabilecek miydik? Olmadı!

Başka birşey oldu ama, tam 10 yıl sonra. 2021 yılının yine bir kasım ayında, bu kez ana muhalefet partisi CHP lideri Kılıçdaroğlu sosyal medyadan bir video yayınlayarak ‘helalleşme’ çağrısında bulundu. “Şifaya ihtiyacımız var. Geçmişten gelen küskünlüklere ve öfkeye bağlı kalmaya devam edersek ülkemiz bu felaketleri gelecekte de yaşamaya mahkûm olacak. Geçmişin arabalarıyla hiçbir yere gidemeyeceğimizi artık biliyoruz. Toplumsal ilişkilerimizi güçlendirmek için yaralarımızı iyileştirmeliyiz. Benim liderliğini yaptığım parti de geçmişte hatalar yaptı.” sözleriyle umudumuzu yeşertecek gibi olduysa da, oradan da umuda tutunamadık.

Artık karar vermemiz gerekiyor. Önümüzdeki günlerde Cumhuriyetimizin 100’üncü yılını kutlayacağız. Bir asrı heba ettik, yaşanan acıların yüküyle. Bir yüz yılı daha aynı kısır döngüde çocuklarımız, torunlarımız yaşasınlar mı?

KARAR