Ahmet Zeki Üçok’un açıklamalarına dikkat etmek gerekiyor

Unutulmamalıdır ki, FETÖ ve Ergenekon ikiz kardeştir.

Ahmet Zeki Üçok’un açıklamalarına dikkat etmek gerekiyor

Ahmet Zeki Üçok’un açıklamalarına dikkat etmek gerekiyor

Türkiye gerçekten çok sancılı ve sıkıntılı günler geçiriyor. Kim kimdir bilmek mümkün değil.

Birileri Ergenekon’dan tutuklanıyor, yıllarca hapis yatıyor Cemaat ile irtibatlı çıkıyor. Birileri FETÖ’den tutuklanıp cezaevinde yatıyor Aydınlıkçı çıkıyor.

Ergenekon’dan yıllarca cezaevinde yatan gazeteci ve yazarlar FETÖ soruşturmalarını eleştiren yazılar yazıyor, duruşmaları izleyerek adalete vurgu yapan, devleti bilgilendiren titiz yazılar yazıyor.

FETÖ’nün üst düzey adamı yakalandı diye dünyaya ilan ediliyor, MİT getirdi, operasyon yaptı diye dünya alem ayağa kaldırılıyor.

Adam Ak Parti kurucusu çıkıyor.

FETÖ mağduru çıkıyor.

Ülkücü camiadan çıkıyor.

FETÖ üst yönetimiyle yemekte diye çığlık atılıyor. Ak Parti iftarı çıkıyor.

 

 

FETÖ adına kurban kesiyor diye devletler, ülkeler ayağa kaldırılıyor, ofislerinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın fotoğrafları çıkıyor. 

Erdoğan muhalifi, itibarsızlaştırıcı yazı yazıyor deniliyor, Başbakan Erdoğan ve bakanlar şehit cenazelerinde yuhalanırken, Erdoğan'ı şehit aileleri ile buluşturan 21 yıldır Şehit Ailelerinin hakkını savunan bir vatansever çıkıyor. 

 

 

Bir savcı FETÖCÜ listesi hazırlıyor, içine Ak Parti kurucularını, Ak Parti’nin duayen isimlerini, ilgisiz isimleri atıyor. Dolandırıcılıktan tutuklu bir şahsı itirafçı yaparak kendi hazırladığı listeyi o şahsa imzalatıyor,  Ak Parti’ye ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a tabandan tepki oluşturuyor.

Adına da FETÖ operasyonu diyor.

İki gizli tanıktan biri 790 kişilik liste verdiğini iddia ediyor, diğeri 1500 kişilik.

Listeler geri tepmeye başlayınca gizli tanık aleyhine sayısız dava açılıyor ve gizli tanık İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’na giderek dilekçe veriyor. Bu listeleri ben hazırlamadım. Başsavcı vekili hazırladı. Bana imzalattırdı diyor.

Kim oturup da 1000 kişilik liste yazabilir ki? Bir adliye personeline yüz kişi yaz deseniz yazamaz. Bir CHP'liye AKP'lileri yaz desen yüz kişi yazamaz. Bir Ak Parti'liye yüz CHP'li yaz desen tıkanır.

AK Parti ve Başkan Erdoğan'a kurulan kumpas çok açık.

İşte delili. 

Ak Parti, bu kumpasın neticesi olarak  31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinde hezimet yaşadı.

Az bir matematik bilgisi olan herkes, bu tür FETÖ soruşturmalarının Ak Parti ve Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a halk tabanından tepki oluşturarak yıkma planı, nitelikli darbe olduğunu anlar.

Ahmet Zeki Üçok’u çok iyi anlıyorum. İlginç açıklamalar yapıyor. TSK’nın yüzde 25’i temizlendi diyor. Kamuda ise bu oran sadece yüzde 4 diyor.

Ahmet Zeki Üçok ne yapmak istiyor? 

Elinde bu verileri destekleyecek hukuki ve resmi bir belge mevcut mu?

Açıklamaları yalın haliyle düşünmeyin. FETÖ karşıtı gibi görünen bu tür açıklamalar,  anılan yapıları güçlü gösterme amaçlı da algı oluşturabiliyor.

İlker Başbuğ’un meşhur “Asimetrik  Psikolojik Harekat” sözü bu açıklamalar üzerinden değerlendirilirse, tehlikeli sonuçlar doğurabilir.

Unutulmamalıdır ki, FETÖ ve Ergenekon ikiz kardeştir.

Böyle güçlü yapılar küresel istihbarat örgütlerinin gözdeleridir.

Bu örgütlere sızmamaları düşünülemez.

O nedenle kamuoyuna yapılacak olan açıklamalar konusunda daha titiz olunmalıdır.

Kim kimdir, gerçekten bilmiyoruz. 

 

 

Kim kime sızdı, bu da bilinmiyor.

Yetkisiz isimler devlet adına açıklama yapmamalıdır. 

Devlet ve kurumlarının itibarı korunmalıdır.

Yargı güçlendirilmeli,  yargının saygınlığına halel getirilmemelidir.

En önemlisi de Türk Milleti devletine küstürülmemelidir. En tehlikeli olanı budur. Türk Milleti devletine isyan etmez, küser.

Çünkü devleti “baba” olarak görür.

 

Mustafa Kemal Atatürk’ü hayran bırakan köylünün hikayesini bilenler bilir. Bilmeyenlere de ben hatırlatayım.

 

 

İşte o hikaye:

Altlarında, Nuri Conker`in bir arkadaşının arabası vardı. Eylül sonu akşamı sonbaharın tadını çıkararak, Çekmece`ye doğru gidiyorlardı.

Birden Atatürk`ün gözleri akşam güneşi altında çift süren bir köylüye takıldı. Yaşlı bir adamdı bu. Sapanının sapına iyice yapışmış, toprakları yavaş yavaş deviriyordu. Fakat çiftin bir yanında öküz, bir yanında merkep vardı. Eşit güçlerle çekilmediği için sapan yalpa yapıyordu.

Atatürk şoföre durmasını söyledi.

İndiler. Köylüye seslendi:

"Kolay gelsin Ağa!.."

Köylü bu sese başını çevirmeden karşılık verdi:

"Kolay gelsin"

"İşler nasıl Ağa? Bu yıl mahsülden yüzünüz güldü mü?"

Köylü isteksiz konuştu:

"Tanrı`nın gücüne gitmesin bey, bu yıl yufkaydı mahsül. Kabahatin acığı bizde, acığı yukarda! Biz geç davrandık, yukarısı da rahmeti esirgedi."

"Bakıyorum, sapanın bir yanında öküz, bir yanında merkep koşulu. Öküzün yok mu senin?"

"Var olmasına vardı ya, hıdrellezde vergi memurları sattılar."

"Hiç vergi memurları köylünün üretim aracını satar mı? Olmaz böyle şey! Muhtara şikayet etseydin..."

Köylü güldü:

"Muhtar başında deel miydi memurun, a bey?"

Atatürk dudaklarını dişleri arasında ezerek konuştu:

"Kaymakama gitseydin."

Köylü iyice güldü.

"Sen de benle gönül mü eyleyon beyim?" dedi.

Atatürk konuşmayı sürdürdü.

"E peki, İstanbul şuracıkta geleydin valiye anlataydın derdini... Onun işi bu değil mi?"

Köylü Atatürk`ün saflığına inanmış iyiden iyiye gülüyordu. Konuşmanın tadını çıkardığı için keyiflenmişti de biraz.

Kestirip attı:

"Bırak şu sağarı Allasen, biz onun buralardan gelip geçtiğini çok gördük. Yakasına yapışsak acep derdimizi duyurabilir miyiz?"

Atatürk sordu:

"Adın ne senin Ağa?"

"Halil... Köylük yerde sorsan, Halil Ağa derler..."

"Demek varlıklısın?.. Ağa dediklerine göre."

"Acık çiftimiz- çubuğumuz varken adımız ağa`ya çıkmış."

"Peki Halil Ağa, bu senin işin beni bayağı meraklandırdı. Benim bildiğime göre, bir çiftçinin üretim aracı elinden alınmaz. Sen aldılar diyorsun. Hadi kaymakam şöyle, vali öyle diyelim; e peki bir başvekil İsmet Paşa var bilir misin?"

"Bilmez olur muyum, beyim?"

"Tamam öyleyse, hemen her hafta İstanbul`a geliyor. Florya Köşkü`ne iniyor. Köşk de şuracıkta. Bir gün kapıda bekleseydin de derdini dökseydin ona... Herhalde çaresini bulurdu."

"Sen benim konuşmamdan hoşlaştın, gönül eyliyorsun. Ama bak şimci, tutalım gittim vardım, beni o kapıya koymazlar ya...Tutalım ki kodular, koskoca İsmet Paşa`mızı göstertmezler ya. Tut ki gösterdiler ya ona halimi nasıl yanacağım hele; o sağarın sağarı! Heç işitmez beni..."

Nuri Conker, lafa karışmak istedi, Atatürk bir hareketiyle onu durdurdu.

"E peki, bakalım bu dediğime ne bulacaksın!" dedi

"Atatürk koca yaz şuracıkta oturup duruyordu. Gitseydin, çıksaydın önüne, anlatsaydın halini. O da seni yüzüstü bırakacak değildi ya!.."

Köylü iyice keyiflenmiş, gülüyordu.

"Sen ne diyorsun bey?" dedi.

"Mustafa Kemal Paşa Atatürk`ümüzün yüzünü görmek için Peygamber gücü gerek... Hem, tut ki gördük. Yiyip içmekten, işinden gücünden başını kaldırıp bizim öküzün arkasından mı seyirecek?.."

Halil Ağa, sigarasının son nefesini ciğerlerine doldururken, Atatürk`ten yeni aldığı sigarayı da kulağının arkasına yerleştiriyor, çiftinin başına gitmeye hazırlanıyordu. Konuşacak bir şey de kalmamıştı. Atatürk köylünün omuzuna elini koyarak, "Senden hoşlandım Halil Ağa" dedi.

"Bir gün köyüne de gelir, bir ayranını içerim. Açık yürekli bir
vatandaşsın. Ama yine de sana söylüyorum, hakkını kimsede bırakma ara!.."

Döndüler, arabaya bindiler. Halil Ağa, onları uğurladı.

"Meraklanma beyim, evelallah heç kimse bizim hakkımıza el değdiremez. Fakat bu, Devlet Baba`ya borçtur. Ödenmesi gerek... Otomobil hareket etti. Atatürk`ün canı sıkılmıştı.

"Bir uygun yerden dönelim, tadı kaçtı bu işin!.." dedi. Dönüş yolunda Atatürk konuşmuyor, sigara üstüne sigara yakıyordu. Yüzünde ince bir keder vardı.

"Yahu çocuk, şu Halil Ağa`nın vergi borcundan öküzünü satmışız, merkeple çift sürüyor, hala da `Devlet Baba` diyor. Ne mübarek millet, bu millet!.."

Köşke döndüklerinde Atatürk yaverine emretti:

"Şimdi" dedi: "İstanbul`da ne kadar bakan, milletvekili varsa hepsini telefonla bulacaksın!..

Bu akşam kendilerini yemeğe bekliyorum. Ayrıca Vali Muhittin Üstündağ ile İsmet Paşa`yı bul, onlara da haber ver."

Yaver odadan çıktı. Atatürk, Nuri Conker`e döndü:

"Şimdi sen de arabayla çıkıp o Halil Ağa`ya gideceksin. Ona benim kim olduğumu söyleme. Tüccar, zengin bir adam filan dersin. `Seni sevdi, sana öküz alıverecek` diye bir şeyler söyle, kandır. Kuşkulandırmadan al getir buraya."

O akşam Atatürk`ün sofrasında Başbakan İsmet İnönü, bakanlar, milletvekilleri ve İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ`dan oluşan yirmi beş konuk vardı.

Atatürk, "Bu akşam soframıza efendimiz gelecek" dedi. "Kendisine nasıl davranacağınızı çok merak ediyorum."

Bir süre sonra içeri başyaver girdi ve Atatürk`ün kulağına bir şeyler söyledi.

Atatürk "Buyursun!" dedi.

Başyaver kapıyı açıp da Halil Ağa, gündüz konuştuğu beyin sofranın başında oturduğunu, yanı başında da İsmet Paşa`nın yer aldığını görünce, şaşkınlıktan dona kaldı. Dizlerinin bağı çözülmüştü. Atatürk onu görünce ayağa kalktı. Arkasından tüm konukları da ayağa kalktılar. Atatürk son konuğunu, "Hoş geldin Halil Ağa" diye karşıladıktan sonra kendisini sofradaki konuklarına tanıttı:

"İşte beklediğimiz, Efendimiz" dedi.

Nuri Conker, Halil Ağa`yı Atatürk`ün sağ başına oturttu, kendisi de yanındaki sandalyeye geçti. Atatürk, sofradakilere, o gün köşkten Conker`le birlikte nasıl kaçtığını, Halil Ağa`yı, bir yanında öküz, bir yanında merkeple çift sürerken nasıl gördüğünü, sigara yakmak bahanesiyle nasıl kendisi ile konuştuğunu ayrıntılı bir şekilde anlattıktan sonra şöyle dedi:

"Şimdi gerisini Halil Ağa ile birlikte yanınızda tekrarlayacağız. Ben sorduklarımı baştan soracağım Halil Ağa da orada bana söylediklerini olduğu gibi tekrarlayacak."

Halil Ağa`ya döndü:

"Bak beri, Halil Ağa" dedi. "Sen bu akşam benim baş misafirimsin. Senin açık sözlülüğünü pek çok beğendiğimi bugün söyledim. Konuşmamızdan sonra sana hiçbir zarar gelmeyecek. Öküzünü de alacağım. Ama şimdi ben tarlada sorduklarımı baştan soracağım, sen de orada söylediklerini aynen tekrarlayacaksın. İşte soruyorum:

`Bakıyorum sapanın bir yanında öküz, bir yanında merkep koşulu. Öküzün yok mu senin?"

Halil Ağa dudakları titreyerek Atatürk`ün ayağına kapanacak oldu. Atatürk önledi:

"Yoo, bak böyle şey istemem. Soruyorum cevap ver."

Soru - cevap valiye kadar aynen tekrarlandı. Sofradakiler, soluk almadan konuşmayı izliyorlardı. Ürkütücü sorulara gelmişti sıra. Atatürk sordu:

"Peki İstanbul şuracıkta, gideydin valiye, anlataydın derdini, onun işi bu değil mi?"

Vali Muhittin Üstündağ, Hali Ağa`nın ancak iki metre ötesinden kendisine bakıyordu. Nasıl desin? Ter basmıştı iyice, işi savuşturmanın yoluna kaçtı:

"Vali paşamızı biz görüp dururuz buralarda. Eteğine düşsek derdimizi duyurabilir miyiz ki..."

"Olmadı bu, Halil Ağa... Bana dediğin gibi, dosdoğru..."

"Böyle demedik mi beyim?.."

"Ya, ben mi yanlış anladım?.. Dur soralım bakalım Nuri`ye. Nuri,böyle mi dedi bize Halil Ağa?"

Nuri Conker karşılık verdi. "Hayır Paşam!.."

"Gördün mü?.. Demek aklında yanlış kalmış. Hani bir şey dediydin sen, vali neden duymazmış?.. Aynen bana söylediğin gibi söyle."

Halil Ağa kekeleyerek konuştu:

"Köylük yerinde bizim dilimiz sağar demeye alışmıştır, paşam" dedi. "Kusura kalma gayri..."

Atatürk gülmeye başladı:

"Diplomatsın ki, yaman diplomatsın, Halil Ağa... Ama şimdi diplomatlık sırası değil, doğruyu konuşacağız... Söyle bana, orada dediğin gibi..."

Halil Ağa gözünü yumup, başını yere eğdi:

"Şaşırmışım, ağzımdan yanlışlıkla `Bırak bu sağarı` diye bir laf kaçırmışım..."

Sofrada gülüşmeler başlamıştı.

"Hadi buna da oldu diyelim. Geçelim gerisine:

"E, peki bir Başvekil İsmet Paşa var, bilir misin?"

Halil Ağa İsmet Paşa`nın yüzüne baktı ve gözlerini yere indirdi:

"Şanlı İsmet Paşamız bilinmez olur mu hiç? O bugüne bugün..."

Atatürk Halil Ağa`yı durdurdu.

"Bırak şimdi övgüleri" dedi. "Ben lafın gerisini getireyim:

Tamam öyleyse, hemen her hafta İstanbul`a geliyor, Florya Köşkü`ne iniyor, köşk de şuracıkta. Bir gün kapıda bekleseydin de derdini dökseydin ona. Herhalde
bir çaresini bulurdu."

Halil Ağa yine kaçamak yanıt verdi:

"Kapıya koymazlar ya bizi, koysalar da şanlı paşamıza öküzümüzü mü yanacağız!.."

Atatürk`ün sesi iyice sertleşti:

"Beni uğraştırma, Halil Ağa" dedi. "Erkek adam sözünü yalamaz. Ne dediysen, tıpkısını tekrarlayacaksın!.."

Halil Ağa ürktü, toparlandı. Başını yine yere gömüp konuştu:

"Şanlı Paşamıza da sağar dedikti ya..."

"Yalnız sağar değil, `sağarın sağarı` değil miydi?"

Halil Ağa yere eğik başını acıyla salladı:

"Öyle dedikti paşam, doğrusun!.." diyebildi.

Atatürk, İsmet Paşa konusunda daha fazla ısrar etmedi, sözü kendine getirdi.

"Son soruyu sorayım şimdi" dedi. "Bunun da karşılığını ver, öküzünü al git."

"Koca yaz şuracıkta Atatürk oturmuyor mu? Gitseydin, çıksaydın önüne, anlatsaydın halini. O da seni yüzüstü bırakacak değildi ya?"

"Hiç bırakır mı Aslan Paşam benim!.. Erip erişir de tarlama dek gelir, halimi dinler."

"Bırak bunları Halil Ağa, dediğini tekrarla." Halil Ağa birden diklendi.

Her şeyi göze almış insanların yiğitliği içinde doğruldu. Atatürk`ün gözlerinin içlerine bakarak konuştu.

"İşte bunu demem Paşam" dedi. "Ağzıma ataş doldur, işte bunu demem!"

Atatürk gülmeye başladı:

"Zorlatacak bizi bu Halil Ağa, laf anlamıyor." dedi. "Mustafa Kemal Paşa Atatürk`ümüzün yüzünü görmek için, Peygamber gücü gerek demiştin, yanılmıyorsam. `Görsem de, işinden gücünden, yiyip içmekten başını kaldıracak da bizim öküzün arkasından mı seğirtecek` demiştin." Halil Ağa`nın gözlerinden yaşlar inmeye başladı. Taş kesilmiş, duruyordu. Atatürk konuşmasını içtenlikle sürdürdü:

"`Atatürk de işi içkiye vurmuş, sarhoşun biri` demeye getirdin ya fazla üstelemeyeyim" dedi.

"Şimdi bak beni dinle, Halil Ağa... Seni şu kadar üzmemin sebebi, şunu anlatmak içindi: Şu gördüğün altı bay hükümet... Yani, biri Başbakan, ötekiler de Bakan! Memlekete göz kulak olacak, işleri evirip çevirecekler diye bu makama getirilmişler. Bir kanun gerekti mi, bu baylar hemen
sıvanırlar, İsviçre`den mi olur, İtalya`dan mı olur, Fransa`dan mı, velhasıl neredense, bir kanun buluştururlar, Türkçe`ye çevirtirler, sonra basıp imzayı gönderirler Büyük Millet Meclisi`ne... Bu Millet Meclisi dediğim, şu altı baştan senin yanına kadar olan beyler. Kanun bunlara gelir. Bunlar da `hükümet elbette incelemiş, gerekeni düşünmüştür, benim ayrıca zorlanmama gerek yok` derler ve kaldırırlar parmaklarını, olur sana bir kanun!.. Ama sonra bir vergi memuru gelir, vergi borcundan Halil Ağa`nın öküzünü çeker, satar... Halil Ağa da tarlasını bir yanda merkep, bir yanda öküz, ırgalana ırgalana sürmeye çalışır. Ama üretim düşermiş, ekim zorlaşırmış, kimin umurunda... Sonra ben bunları görürüm, içim kan ağlar, işitirim, tasalanırım! E, hakça söyle bakalım şimdi Halil Ağa... Sen benim yerimde olsan, efkar dağıtmak için, bunları bu beylerle konuşmak için
içmez misin? Ama sonra da Halil Ağa tutar, sana `sarhoş` der..."

Halil Ağa`nın dili çözülmüştü:

"Öyle diyen yok haşa!.. Dinden çıkmak gibidir... Buldun mu bunu, hacısı da içer, hocası da içer..."

Atatürk sordu:

"Peki sen de içer misin?"

"Hiç bulunur da içilmez olur mu, Paşam?.. İçeriz ki, tıpkı şerbet gibi!.."

Atatürk hizmet edenlere işaret etti, kadehleri doldurttu. Kendi kadehini Halil Ağa`ya uzattı:

"Hadi bakalım Halil Ağa" dedi. "Sağlığına içelim."

Halil Ağa, "Koca Allah, benim ömrümden de sana pay düşürsün Paşam, sağlık düşürsün" dedikten sonra Halil Ağa, edeple başını kenara çevirdi, eline verilen kadehi bir yudumda boşaltıverdi. Yüzü kızarmış, gözleri parlıyordu. Ellerini dizlerinin üzerine koyarak Atatürk`e döndü:

"Yunan`ı denize döktün Paşam, bayrağımızı başucumuza diktin. Benim gibi bir köylü parçasını sofrana alıp içirdin, sana duaya bilem dilim dönmez ki... Nideyim ben şimdi? Bırak ki oh paşam, ayağını öpem..."

Halil Ağa Atatürk`ün ayağını öpmek için davranınca, Atatürk onu sıkıca tuttu ve bu hareketi yapmasını önledi. Halil Ağa bu kez, Atatürk`ün ellerine sarıldı, ellerini öpmeye başladı: "Bayrağımız gibi sen de başımızdan eksik olma inşallah! Sana her kim düşman ise, onun yeri senin ayağının altı olsun!.. Gayri bana izin, koca Paşam!.."

"Yemek yemedin!.."

"Yemek kolay... Meraklanır çocuklar, ben köyüme döneyim."

Atatürk Nuri Conker`e işaret etti.

Conker kalkıp Halil Ağa`nın yanına geldi, kalktı Halil Ağa, önce Atatürk`ü, sonra sofradakileri selamlayıp kapıya doğru edeple geri geri çekildi. Kapı kapandığı zaman Atatürk sofradaki öteki konuklarına döndü:

"Efendimizin halini gördünüz mü beyler?" dedi. "Devlet size böyle davransa, siz ne yaparsınız? Mübarek millet bu, adam millet bu... Şimdi bu adam milletin karşısında `adam olmak,` bize düşüyor!.."

Sofrada kesin bir sessizlik vardı. Kimse gözlerini Atatürk`ten
ayıramıyordu:

"Halil Ağa`nın öküzünü satıp, üretimini aksatan kanunu ya biz yaptık ya da bizim yaptığımız kanun yanlış yorumlanarak Halil Ağa`nın öküzünü satıyor. İkisi de bence birbirinden farksız... Böyle bir kanun yaptıksa, memleket çıkarlarına aykırıdır. Nasıl yaparız, nasıl yapmışız bunu? Eğer yaptığımız kanun doğru da, yorumlaması yanlış oluyorsa, o zaman sormak lazım. Hükümet nasıl bir yönetim içindedir? Sonra unutmayın ki, olay İstanbul`da geçiyor. Bunun Van`ı var, Bitlis`i var, kıyı bucak ilçesi var; acaba oralarda neler oluyor? Bu çark iyi dönmüyor beyefendiler!.." 

 

YUSUF İNAN / ŞEHİTLER ÖLMEZ

www.sehitlerolmez.com

Twitter@Yusufinan2023

İnstagramyusufinan2023

E-Mail: gundem@sehitlerolmez.com