‘Nükleer savaşa çok yakınız’ diyen Prof. Dr. Karaoğlu: İlk hedef İncirlik olur

Boğazlar da olası bir savaşın kaderini belirleyecektir

‘Nükleer savaşa çok yakınız’ diyen Prof. Dr. Karaoğlu: İlk hedef İncirlik olur

‘Nükleer savaşa çok yakınız’ diyen Prof. Dr. Karaoğlu: İlk hedef İncirlik olur

Nükleer uzmanı Prof. Dr. Bekir Karaoğlu, savaş durumunda Türkiye için en büyük tehdidin İncirlik’teki ABD’ye ait nükleer füzelerin olduğuna işaret etti. Karaoğlu, “Rusya’nın ilk hedefi İncirlik olur. Boğazlar da olası bir savaşın kaderini belirleyecektir” dedi.

Üç emperyalist güç var, ABD, Rusya ve Çin. Bunların dünya hayrına ortak bir amaç etrafında birleşme imkanı yok. Bu yüzden dehşet dengesi devam edecek.

Soğuk Savaş döneminden bu yana dünya, nükleer savaş tehlikesine en yakın durumdadır. Böyle topyekün bir nükleer savaşta hiçbir ülkenin savunması yok.

Türkiye, Rusya’nın ilk hedeflerinden biridir. İncirlik’teki nükleer füzeleri havalanmadan vurabilmek ister. Ayrıca, ABD veya Rusya İstanbul ve Çanakkale boğazlarını işlemez hale getirmek ister. Boğazlar 1. Dünya Savaşı’nın kaderini belirledi. Yine aynısı olacaktır.

Atom bombasının yapılış sürecini anlatan Oppenheimer, beyaz perdenin yolunu unutanların dahi yıllar sonra sinemaya gitmesini sağladı ve dünya ile birlikte Türkiye’nin de gündemine oturdu. Herkesin konuştuğu, yazıp çizdiği filmin etkisiyle biz de 1 Eylül Dünya Barış Günü’nden hemen önce atomun gücünün serbest bırakılmasıyla başlayan değişimi, bilimsel devrimlerin insanlık üzerindeki etkisini ve bilim insanlarının rolünü Prof Dr Bekir Karaoğlu ile konuştuk.

  • Filmi nasıl buldunuz?

Yönetmenin çabasını takdir ettim. Konu atom bombasının yapılışı ve Oppenheimer gibi çok yönlü ve karmaşık bir kişiliği anlatmak olunca, bunun 3 saate sığdırılması çok zordur. Yönetmen elinden geleni yapmış. Fakat, doğrusal bir anlatım yerine sık sık geriye dönüşler kullandığı için seyircinin tam anlayabilmesini zorlaştırmış. 

‘OPPENHEIMER PİŞMANLIK DUYMADI’

Beğenmedim, çünkü bazı tarihsel gerçekleri çarpıtıyor. Birkaçını sayayım. Filmde Oppenheimer’ın bombanın Japonya’ya atılmasından sonra Los Alamos’taki kutlama sırasında ve Başkan Truman’la görüşmesinde pişmanlık duyduğu gösteriliyor. Bu doğru değil, Oppenheimer asla pişmanlık duymadı. 1960’ta Japonya’yı ziyaret ettiğinde gazeteciler sordu: “Hiroşima ve Nagazaki’yi ziyaret edecek misiniz?” Cevabı: “Gezi planımızda orası yok”. 

‘YALAN PROPAGANDA’

Bilim adamlarını bomba yapımında çalışmaya ikna edebilmek için, onlara Nazi Almanyası’nın da bomba yaptığı söylenmişti. Daha sonra ortaya çıkan belgeler bunun doğru olmadığını, Almanların bomba değil nükleer reaktör yapımıyla uğraştıklarını gösteriyor. Nitekim böyle büyük bir projenin varlığına dair bugüne kadar tek bir kanıt bulunamadı. Film buna rağmen bu yalan propagandayı sürdürüyor. Film Oppenheimer’ın savaştan sonra fişinin çekilmesini atom enerjisi komisyonu başkanı Strauss’un şahsi nefretine bağlıyor. Halbuki, Oppenheimer yeni yapılacak olan daha güçlü hidrojen bombası projesine karşı çıkıyordu, bu yüzden hava kuvvetlerinin baskısıyla gözden düşürülüp tasfiye edildi. Filmde Berkeley’deki Ernest Lawrence Oppenheimer’ı çok seven, ona hep yardımcı olan biri olarak gösteriliyor. Halbuki Lawrence Manhattan projesinin başına kendisi geçmek istiyordu, bu olmayınca Oppenheimer’dan uzak durdu.

  • Siz Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde (MIT) Nükleer Fizik alanında doktora yaptınız.  Atom bombasının yapıldığı Manhattan Projesi’nde yer alan bilim insanlarından dersler aldınız. O dönemli ilgili neler anlattılar?

Los Alamos’ta nükleer bomba yapımında çalışan üç hocam oldu: Bunlardan Weissskopf üstelik Los Alamos’un ilk belediye başkanlığını yaptı. Philip Morrison bomba atıldıktan sonra tahribatı ölçmek üzere Japonya’ya giden ilk ekipteydi. Diğeri Harry Kendall. Bunların üçü de verdikleri konferanslarda yeri geldikçe Almanya’nın nükleer bomba yaptığı konusunda ikna edildiklerini, ama bunun doğru olmadığını anlayınca pişmanlık duyduklarını dile getirmişlerdi.

‘HOLLYWOOD SEBEPSİZ FİLM YAPMAZ’

  • Tam da Rusya’nın nükleer silah kullanımını gündeme getirdiği bir ortamda böyle bir filmin yapılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bence Ukrayna savaşının filmin yapımıyla bir alakası yok. Sebep daha derinde. Oppenheimer gibi pişmanlık duymamış bir adamı 70 sene sonra rehabilite etme çabası neden? Hollywood hiçbir filmi sebepsiz yapmaz. Batı medeniyeti ve kültürünü yüceltme ve dünyaya örnek gösterme çabasını görev edinmiştir, bunu periyodik olarak tekrar eder. Mesela filmde bombanın Japonya’daki feci görüntüleri yok. Neden? Çünkü onları gösterseydi, seyircilerin aklına Batı medeniyetinin dünyanın her yerine savaş ve yıkım götürdüğü, pek de öyle özenilecek bir medeniyet olmadığı fikri gelebilirdi. 

‘DÜNYAYI BAŞLARINA YIKARIM’ DÜŞÜNCESİ

  • Atom bombasının yapılmasının daha büyük savaşların çıkmasına engel olduğu iddiası sizce doğru mu?

Kısmen doğru ama eksik. Doğru, çünkü artık 1. ve 2. Dünya Savaşları çapında küresel çatışmalar olmuyor, onun yerine vekalet savaşları var. Kore, Vietnam, Afganistan, İran-Irak, Pakistan-Hindistan vs. ve son olarak Rusya-Ukrayna savaşları… Ülkeler artık arkalarındaki nükleer güce güvenerek daha fütursuzca konvansiyonel savaş açabiliyorlar, “Bana bir şey olursa, Dünya’yı başlarına yıkarım,” diye düşünüyorlar.

  • Nükleer silahların uluslararası krizlerin çözülme biçimleri üzerinde ne gibi etkisi oldu?

Bence pek bir etkisi olmadı. Aklıma sadece Küba krizi geliyor. 1962’de Rusya Orta Amerika’daki Küba’ya nükleer başlıklı füzeler yerleştirmek istediğinde ABD ‘Yoldaki füze yüklü Rus gemileri falanca çizgiyi geçtiğinde vuracağım’ diye ültimatom vermişti. Ben o zaman ortaokuldaydım ve dünya bir hafta nefesini tuttu. Sonunda Rus gemileri yarı yoldan döndü ve karşılığında Türkiye’nin Karadeniz kıyılarındaki ABD füze rampaları kaldırıldı. Bugün dünyada üç emperyalist güç var: ABD, Rusya ve Çin. Bunların dünya hayrına ortak bir amaç etrafında birleşme imkanı yok. Belki uzaydan bir tehdit gelirse bu mümkün olur. Bu yüzden bu dehşet dengesi devam edecek. 

‘AKILDAN UZAK DENGE’

  • Dünyadaki nükleer silah dengesi için yorumunuz ne olur?

Akıl ve hakkaniyetten uzak bir denge var. Nükleer silahlara önceden sahip olan 5 ülke ki bunlar aynı zamanda BM Güvenlik konseyi daimi üyeleri ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa. Bu beş ülke 1970’te bir araya gelip Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması (NPT) diye bir şey imzaladılar. Yani “Bizim sahip olmamız çok normal ama bundan sonra sahip olmak isteyenlerle mücadele edeceğiz” dediler. Daha sonra diğer bazı ülkeler “korsan” bir şekilde nükleer bombaya sahip oldular: Hindistan, Pakistan, Kuzey Kore, İsrail. Son ülkeye ABD. kendi eliyle arka kapıdan verdi. Böyle bir düzenin kalıcı ve güvenli olması mümkün mü? Buna gülerler. Her ülke beka problemini çözebileceği bir konuma gelmek ister. Nitekim İran, sözde nükleer enerji için giriştiği projede, ürettiği saflaştırılmış uranyum miktarını bomba yapacak seviyeye getirmek üzeredir.

  • Nükleer silahlanma yarışının küresel güvenlik için potansiyel tehditleri ve nükleer silahsızlanma anlaşmalarının bu tehditleri azaltmadaki rolleri nedir?

Şu anda Soğuk Savaş döneminden bu yana dünya, nükleer savaş tehlikesine en yakın durumdadır. Bilim adamlarının  internette görülebilen bir Kıyamet Duvar Saati var. Bu yıl 90 saniye kaldığını gösteriyor. Ukrayna savaşı sırasında Rusya, müttefiki Beyaz Rusya’ya taktik nükleer silahlar yerleştireceğini beyan etti. Ayrıca, ABD ve Rusya arasında periyodik olarak uzatılan Stratejik Silahları Azaltma Antlaşması (START) sayesinde bu iki ülkenin nükleer başlık sayıları 20 binlerden 4-5 bine indirilebilmişti. Fakat, 2026’da sona erecek olan antlaşmanın uzatılacağına dair hiçbir çalışma yok, 2015’ten beri de pandemi yüzünden “yerinde teftiş” kuralı çalışmıyor. Bu olumsuzluklara ilaveten, yeni bir tehlike olarak siber saldırı ihtimali ortaya çıktı. Özet olarak, böyle topyekün bir nükleer savaşta hiçbir ülkenin savunması yok.

  • 'Dünya, nükleer savaş tehlikesine en yakın durumdadır' diyorsunuz. Nükleer Kış teorisine de bakarak, bir nükleer savaşta olabilecek en kötü senaryo nedir?

Şimdiye kadar nükleer savaş olmadı. Ayrıca, ülkeler nükleer savaş planlarını yayınlamazlar. Bu yüzden kesin bilgi olmadan yapılan korkunç tahminler var. Özellikle büyük şehirlerin, sadece elektrik kesintisi sonucu yaşayacakları kaos, onları felç etmeye yetecektir.

Nükleer kış senaryosuna göre bomba infilakları ve çıkan yangınlar sonucu atmosfere yayılan toz ve is sonucunda güneş ışınları dünyaya ulaşamayacak ve yerkürenin soğumasına yol açacaktır. 20 yıl önce popüler olan bu görüş, ilave kanıtlar olmadığı için, günümüzde sadece bir teori olarak kalmıştır.

‘SAVAŞIN KADERİNİ BOĞAZLAR BELİRLER’

  • Türkiye'nin bir NATO ülkesi olarak olası bir nükleer savaşta yaşayacağı potansiyel riskler ne olur?

Türkiye, Rusya’nın ilk hedeflerinden biridir. İncirlik üssündeki nükleer füzeleri havalanmadan vurabilmek ister. Ayrıca, ABD veya Rusya büyük su yollarını (İstanbul ve Çanakkale boğazları) işlemez hale getirmek ister. Biliyorsunuz boğazlar 1. Dünya Savaşı’nın kaderini belirledi. Yine aynısı olacaktır.

  • Peki Türkiye'nin nükleer teknoloji alanındaki stratejisi ne olmalı?

Türkiye nükleer enerji yatırımlarına devam etmeli. Tıp ve ziraattaki teknikleri takip edip uygulamalı. Ayrıca, İncirlik üssündeki 90 kadar nükleer başlığı bir yolunu bulup defetmeli. Bir zamanlar biz nükleer enerji derken televizyonlarda boy gösteren sözde çevreci nükleer karşıtları artık piyasada yoklar. Bu çakma çevreciler Akkuyu santrali yerine, gidip İncirlik üssünde boy göstersinler.

  • Nükleer enerjinin barışçıl kullanımı ile nükleer silahların varlığı arasında nasıl bir denge kurulmalı?

Barışçıl kullanım yüzde 100, silahlı kullanım yüzde 0. İnsanoğlunun bu evrende varoluşunun bir anlamı olacaksa denge böyle olmalı. Kendi dünyalarını yaşanmaz hale getirip kendi eliyle yok olan bir medeniyet düşünülebilir mi?

  • Nükleer teknolojinin siviller için olumlu etkileri neler ve bu olumlu etkiler, potansiyel tehlikeleri gölgede bırakabilir mi?

İnsanlık yararına o kadar güzel nükleer teknolojiler var ki bombadan bunları anlatmaya vakit kalmıyor. Burada sadece başlıklarını vereyim: Nükleer enerji santrallerinde karbon salınmadan elektrik üretimi. Nükleer tıp: Kanser, kalp ve genetik hastalıkların teşhis ve tedavisi, aşı üretimi. Ziraat ve gıda güvenliği: Hayvan hastalıkları teşhis ve tedavisi, hayvan ve tahılda böcek tehdidini önleme. İçme suyu kaynaklarını koruma ve temizleme, yeraltı sularını keşfetme. Çevre ve okyanusların korunması. Geçen gün ilginç bir uygulamaya rastladım. Afrika’da sırf boynuzu için kaçak avlanıp nesli tükenmekte olan gergedanları korumak için şöyle bir yol bulmuşlar: Gergedanların boynuzuna eser miktarda radyoaktif izotop enjekte ediyorlarmış. Sonra da sınır kapılarına koydukları detektörlerle bunları Asya ve Amerika’ya kaçıranları yakalıyorlarmış.

  • Bilimsel devrimlerin insanlığa zarar vermesinin önüne nasıl geçilir?

Geçilemez. Çünkü iyilik ve kötülük bilimsel keşfin özünde değil, kullananın kafasındadır. Bilim doğayı keşfetme çabasıdır ve insanoğlu var oldukça bu çaba olacaktır. Bilim adamı yaptığı keşiflerin nerede kullanılacağını düşünmez. Oppenheimer da böyleydi. Onun gözünde fisyon reaksiyonu ile çalışan bir bomba yapabilmek bilimsel açıdan harika bir problemdi. Hepsi bu. Tarihçiler General Groves’un bu yüzden onu seçtiğinde hemfikirler. Bomba yapmayı en çok isteyen kişi Oppenheimer idi.

‘İNSANOĞLU YOK ETME GÜCÜNÜ AŞTI’

  • İnsanoğlunun yok etme gücünün sınırı var mıdır, bilimde ahlaki eşik nedir? 

İnsanoğlu şimdiden kendini yok etme gücünü aştı zaten. Mesela Rusların Çar bombası 57 milyon ton dinamite eşdeğer. Bu rakam, 2. Dünya Savaşı’nda kullanılmış olan toplam mühimmatın 10 katı. Maalesef bilimde etik bir davranış standardı koymak mümkün değil. 

Bunun başlıca iki sebebi var: Birincisi, bilim artık laboratuvarda bilim adamının kafasında ampül yanarak olmuyor. Devletler veya dev endüstriyel şirketler gerekli finans desteğiyle bir ekip oluşturuyor ve istedikleri teknolojiyi geliştirebiliyorlar. Yani, etik kaygıları olmayan, askeri veya kâr amaçlı bir çaba. Bilim adamının etik kaygıları olması kimsenin umurunda değil.

İkincisi, bilim adamlığını seçen insanların sadece araştırmacı yeteneğine bakılıyor. Hasbelkader okuduğum o büyük üniversitelerde evliya derecesinde bilge hocaların yanı sıra, Nobel ödülü alabilmek için her türlü hinliği yapacak tıynette hocalar gördüm. Bu sisteme bir de etik kriter koyduğunuzda çalışmıyor.

  • Oppenheimer’ın atom bombasının yapımından sonra "Şimdi ben ölüm oldum, dünyaların yok edicisi" sözlerini fizik ve etik açıdan nasıl yorumlarsınız?

Bu söz Hindu kutsal kitaplarından Bagavat Gita’da geçiyormuş, Oppenheimer Sanskritçe öğrenmiş ve bu kitapları okuyabiliyormuş. Filmde iki yerde geçiyor. (Birincisi bir seks sahnesi ve bu yüzden Hindistan’da protestolarla filmin yasaklanması istenmiş. Reklama bak! 60lı yıllardaki bir röportajında bu söz sorulduğunda Oppenheimer şöyle açıklıyor: “Los Alamos çölünde ilk bomba testini yaptığımızda, orada bulunanların bir kısmı güldü, bir kısmı ağladı, çığlıklar attı. Hepimiz dünyanın bir daha eskisine dönemeyeceğini anlamıştık. Benim aklıma Bagavat Gita’daki o satırlar geldi. Tanrı Vişnu sultanı vazifesini yapmaya ikna etmek için çok kollu şekline bürünüyor ve bu sözleri söylüyor.” Bence “Galiba bir halt ettik, boyumuzdan büyük işe giriştik,” demek istemiştir.

PORTRE

1948’de İstanbul’da doğdu. Mons Üniversitesi (Belçika) lisans ve Boğaziçi Üniversitesi yüksek lisans programından sonra Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde (MIT) Nükleer Fizik alanında doktora yaptı. Yurtdışında Umman’da çalıştı. İTÜ, Yıldız Teknik Üniversitesi ve birçok vakıf üniversitesinde öğretim üyeliği yaptı. Fizik lisans eğitimi için yazdığı ve tercüme ettiği 10 kitabın yanı sıra, ‘Yüz defa ölen adam: Bilim tarihinden insan manzaraları’ kitabıyla Oppenheimer ile birlikte filmde kısaca görünen diğer bilim adamlarının hayatlarını anlattı.

CUMHURİYET