Suudi Arabistan ‘moderniteye geçiş’i tartışıyor: "Mesele kıyafet ya da din değil"

"Mesele kıyafet ya da din değil"

Suudi Arabistan ‘moderniteye geçiş’i tartışıyor: "Mesele kıyafet ya da din değil"

Suudi Arabistan ‘moderniteye geçiş’i tartışıyor: "Mesele kıyafet ya da din değil"

Suudi yazar ve düşünür Tevfik Seyf, Suudi Arabistan'da son dönem gerçekleşen modernleşme adımlarını değerlendirdi. Mesele eski ya da yeni kıyafetler değil diyen yazar, modernitenin meziyetlerinin geleneksel emsallerinden daha geniş olduğunu savundu.

Suudi yazar ve düşünür Tevfik Seyf, kaleme aldığı "Moderniteye geçiş" başlıklı makaleyle Suudi Arabistan'da son dönem gerçekleşen modernleşme adımlarını değerlendirdi.

"Geleneksel yaşamdan kurtulmak, maddi açıdan çok zor değil" tespitini yapan yazar, "Modern yaşam tarzının veya onun geleneksel karşılığının hatasız ve noksansız olduğuna dair elimizde nihai, kati bir kanıt yok. Her iki hayatın da meziyetleri ve kusurları var" dedi ve şunu savundu: "Ancak biz modernitenin meziyetlerinin geleneksel emsallerinden daha geniş ve derin olduğunu, kusurlarının daha kolay tedavi edilebilir ve daha az maliyetli olduğunu iddia ediyoruz."

Şakul Avsut'ta yayımlanan makalede "Mesele eski ya da yeni kıyafetler, yerel ya da uluslararası bir dil, özel bilgi kaynakları ya da belirli bir ideoloji ya da din değildir" diyen yazar, "Önemli olan insanın zihinsel yapısı ve dünyaya bakış açısıdır; eski çağa mı aittir, yoksa yeni çağ ile etkileşim içinde midir?" diye sordu.

İşte Tevfik Seyf'in o makalesi:

Geçtiğimiz iki haftanın tartışmalarından sonra aziz okuyucularım bana şunu sorabilir: Diyelim ki ilerlemeyi engelleyen geleneklerin esaretinden kurtulmak, çağın ruhuna ve gereklerine uyum sağlamak istiyoruz, bu görevi başarmamız için ne yapmamız gerekiyor?

Aslında bu soruyu zaten birçok arkadaş sormuştu. Ancak bazılarının böyle bir değişiklikten endişe duyduğunu ima eden ifadeler kullandığını fark ettim. Mesela moderniteye geçişin dini terk etmeye yol açacağını söyleyenler oldu. Aynı şekilde Çin, Japonya, Kore ve hatta İngiltere'nin modernlik trenine binmeye karar verdiklerinde kadim geleneklerini terk etmediklerini, o halde neden bizim onlardan bu gelenekleri terk etmelerini talep ettiğimizi soranlar da oldu.

Bana öyle geliyor ki bu tür bir soru geçmişin zincirlerinden kurtulmaya yönelik güçlü bir arzuyu içeriyor ama diğer yandan karar vermenin yaratabileceği psikolojik ve sosyal maliyetlerden duyulan korkuya da işaret ediyor. Bu soruları soran kişiler üstü kapalı şunu söylemeye çalışıyorlar: Mesela Çinlilerin, Japonların yaptığına benzer şekilde bedeli hafifletmek için bir yolunuz yok mu?

Peki, prensip olarak şunu söyleyelim; modern yaşam tarzının veya onun geleneksel karşılığının hatasız ve noksansız olduğuna dair elimizde nihai, kati bir kanıt yok. Her iki hayatın da meziyetleri ve kusurları var. Ancak biz modernitenin meziyetlerinin geleneksel emsallerinden daha geniş ve derin olduğunu, kusurlarının daha kolay tedavi edilebilir ve daha az maliyetli olduğunu iddia ediyoruz. Dolayısıyla insanları şu ya da bu yolu seçmeye ikna etmek çok zor. Bu bireysel bir sorumluluk; her birimiz kendi hayatı ve önündeki seçenekler üzerine düşünebilir ve sonra ilgi alanlarına veya arzularına en yakın olduğunu düşündüğü şeyi seçebilir. Her iki durumda da insan seçeneklerden birini veya diğerini desteklemek için yeterli gerekçeler bulacaktır.

Geleneksel yaşamdan kurtulmak, maddi açıdan çok zor değil, ancak - her durumda - yeni bir "kozmik vizyonun", yani insanın kendisini, dünyasını ve bu dünyadaki insanlar ve eşyalarla ilişkilerini anlamasını sağlayan ana kuralları benimsemeyi gerektirir. Bu kurallar arasında üçünü vurgulamak istiyorum:

Birincisi, insan bu evrendeki hayatın merkezidir ve onun hayatı ve onuru her şeyden mutlak bir şekilde önceliklidir. O, prensipte, rasyonel ve etik bir varlıktır. “Birey” olan kişi inancını, kültürünü, yaşam tarzını, değerlerini ve geleceğe yönelik arzularını seçmekte özgürdür. Seçimlerinden kişisel olarak kendisi sorumludur.

İkincisi, hem dinin hem de bilimin, bireyin hayatında aşılamayacak özel bir kapsamı vardır. Din, manevi huzuru sağlamayı, insanın Allah ile ve onun için yarattığı kozmik sistemle olan bağını derinleştirmeyi amaçlar. Bilim, bu sistemi keşfedip ondan yararlanmayı, ardından yaşamlarımızı geliştirmeyi, maddi ve manevi refahını artırmayı amaçlar. Maddi ve manevi olarak neyin iyi neyin kötü olduğunu belirlememize yardımcı olan normların belirlenmesinde dini ve saf rasyonel değerler birleşirler.

Üçüncüsü, zaman, modernite kavramında ve fikirlerin bilimsel değerini belirlemede temel bir unsurdur. Tarih sürekli ileriye doğru bir devinimdir. Sonra gelenler, öncekilerden daha doğru ve daha eksiksizdir. İnsanlarla doğadaki unsurlar arasındaki etkileşim, bilginin birincil kaynağıdır. Aklın fikir ve bilgileri sürekli eleştirel bir şekilde ele alması her zaman insanın ve onu çevreleyen evrenin daha iyi anlaşılması ile sonuçlanmıştır. Zamanın kendisi kutsal değildir ve bir çağ diğerine tercih edilemez, ancak ilerlemeyi gerçekleştirmedeki insan çabasının merkeziliği göz önüne alındığında, gelecek olan öncekinden büyük olasılıkla daha eksiksiz ve doğru olacaktır.

Bana göre bu üç kural, gelenek çağı ile modernlik çağı arasındaki ayrım çizgisini tanımlamaktadır. Bunu hakim ve normatif bir vizyon olarak benimsemek insanı yeni döneme ait kılan şeydir. Mesele eski ya da yeni kıyafetler, yerel ya da uluslararası bir dil, özel bilgi kaynakları ya da belirli bir ideoloji ya da din değildir. Geleneksel insanlar gibi modern insanlar da dindar ya da ateist olabilirler. Modern bir şehirde ya da kırsalın derinliklerinde yaşayabilirler. Önemli olan insanın zihinsel yapısı ve dünyaya bakış açısıdır; eski çağa mı aittir, yoksa yeni çağ ile etkileşim içinde midir?

Odatv.com