Depresyondayız, unutulduk, aldatıldık!

2021 yılında Türkiye’de 60 milyon kutu antidepresan ilaç satılmış.

Depresyondayız, unutulduk, aldatıldık!

Depresyondayız, unutulduk, aldatıldık!

Bir toplumun bu hale gelmesine yol açan nedenler elbette bir tek nedene bağlanamaz. Ancak kuşkusuz ki en önemlisi halkımızın önemli bölümünün derin bir yoksullukla mücadele etmek zorunda olması.

Sağlık Bakanlığı’nın verileri gösteriyor ki 2008 ile 2020 yılları arasında antidepresan ilaçların kullanımı yüzde 70 oranında artmış.

2009 yılında bin kişi başına düşen günlük antidepresan sayısı 29 iken, 2020 yılında bu sayı 49’a ulaştı.

2017 ile 2021 arasında geçen 5 yıl içinde ise satılan antidepresan kutu sayısı 11 milyon 500 bin adet artmış.

2021 yılında Türkiye’de 60 milyon kutu antidepresan ilaç satılmış.

Bu bilgileri Berza Şimşek’in BBC Türkçe’de yayımlanan haberinden edindim.

Bunların ne kadarı reçetesiz satılan ilaçlardır ne kadarı reçete ile satılan psikiyatrik ilaçlardır, bilmiyorum. Bununla ilgili bir veriye ulaşamadım.

Sağlık Bakanlığı’nın ilaç takip sistemi ne kadar etkin çalışıyor onu da bilmiyorum ama yakın geçmişte depresyon tedavisinde kullanılan psikiyatrik bazı ilaçların, reçetesiz satıldığı ile ilgili gazete haberlerini hatırlıyorum.

Desen: Selçuk Demirel

 

Tarihin bu döneminde Türkiye toplumu, belli ki mutsuzluğunu yenmek için çareyi bu ilaçlarda arıyor.

Uyuşturucu ya da alkol kullanımındaki artışın ne kadarının bu gerekçeyle gerçekleştiğini de bilmiyoruz.

Bildiğimiz tek şey var, giderek mutsuz, karamsar ve bu nedenle de öfkeli bir topluma dönüştük.

İnsanların kalabalık oldukları yerlerde bir kavga çıkması sadece küçük bir sözlü sataşmaya bakıyor.

Trafikte, maçta, apartman komşuları arasında da aynı gerginliğin yaşandığını biliyoruz, neredeyse kavgasız günümüz geçmiyor.

Sosyal medyada birbirine hakaretler yağdıran, bir fikri hakaret etmeden savunamayan ya da eleştiremeyen büyük bir kitlenin oluştuğunu da unutmayalım.

Bir toplumun bu hale gelmesine yol açan nedenler elbette bir tek nedene bağlanamaz.

Ancak kuşkusuz ki en önemlisi halkımızın önemli bölümünün derin bir yoksullukla mücadele etmek zorunda olması.

Süt bulamadığı için çocuğuna şekerli su içiren, yıllık ekmek tüketimini kişi başına 140 kiloya çıkaran bu fakirlik.

2020 yılında toplumun en az gelir elde eden yüzde 20’si (Yaklaşık 17 milyon kişi) toplam gelirin yüzde 5,9’unu alabildi.

Buna karşılık en yüksek gelir elde eden yüzde 20’si (17 milyon kişi) gelirin yüzde 47,5’ine sahip.

Türkiye nüfusunun beşte biri, toplam gelirin yarısını elde ediyor.

En az gelir elde eden yüzde 60 (51 milyon kişi) gelirin üçte birini paylaşıyor.

En çok gelir elde eden ilk yüzde 40 (34 milyon kişi) gelirin yaklaşık yüzde 70’ine sahip.

Dolu lokantalara, otomobil kuyruklarına, lüks alış – veriş merkezlerindeki kalabalıklara bakıp “Türkiye’de işler iyi gidiyor, milletin keyfi yerinde” diyen safdillerin farkında olmadıkları şey bu.

Keyfi yerinde toplam insan sayısı neredeyse Polonya nüfusu kadar ve “işler iyi gidiyor” sözünün söylenmesini onlar sağlıyor.

Geri kalanlara da antidepresan içip, unutmak!

Rejim, bu kitleyi elinde tutmanın yolunu bulmuş: Sosyal yardım görüntüsü altında sadaka ile beslenen bir toplum.

Anayasa’nın “sosyal devlet” ilkesi “sadaka devletine” dönüştü.

2021 yılında herhangi bir isim altında sosyal yardımlardan yararlananların sayısı 27 milyon 189 bin 433 oldu.

5 milyon 903 bin 515 hane sosyal yardımlarla ayakta kaldı.

2021’de 2 milyon 830 bin 5370 hanede yaşayan 11 milyon 369 bin 761 kişi, Ramazan ve Kurban Bayramlarında verilen gıda yardımını aldı.

Gıda yardımı alan kişi sayısı 2020’ye göre yüzde 157 artış gösterdi. 3 milyon 700 bin haneye patates ve soğan yardımı da yapıldı.

Bütün bunların bir toplumu mutsuz etmemesi mümkün mü?

Erdoğan hükümetinin 20 yıllık eğitim politikasının sonucu da yoksulluğu yeniden üretmekten başka bir şey olmadı.

Toplumun ve gençlerin geleceğe ümitle bakmaları için herhangi bir nedenleri yok.

Ümidini, hayalini kaybetmiş bir toplumun mutsuzluğu, depresyona girmesi kaçınılmazdı nitekim öyle de oldu.

Rejimin halkın dikkatini “kültürel farklılıklar ve dini gelenekler” üzerine çekmeye çalışmasının nedeni budur.

Bu dünyada bir şeyi olmayanlara vaat edebilecekleri tek şey artık öbür dünyadaki cennet.

İnanan insanların, güçlüklere katlanmak için cennet hayali kurmalarında elbette bir sakınca yok ama bu insanların gerçek sorununun çözümünün orada olmadığını göstermesi gereken de muhalefetten başkası değil.

Siyasi mücadeleyi kültürel alana taşımak bu ülkede artık iktidara yarar, muhalefete değil.

Halkın, temel sorunlarının nasıl çözüleceğini duymaya ihtiyacı var.

Hayal kurmaya ihtiyacı var.

İçine düştüğü yoksulluk ağından kurtulabileceğinin kendisine anlatılmasına ihtiyacı var.

Baş örtüsü taksalar da takmasalar da insanlarımızın çoğu aç!

Çalışma çağındaki nüfusun yarısı evinde oturuyor, bir iş bulma ümitleri olmadığı için istatistiklerde artık “işsiz” de sayılmıyorlar.

Sorun baş örtüsü takanlar ile takmayanlar arasında değil.

Sorun, ülkenin zenginliklerinin nasıl paylaşılacağı ile ilgili.

Ve öyle görünüyor ki kendisini “solda” diye tanımlayan ana muhalefet partisinin de yoksulluğu sürekli hale getiren neoliberal ekonomik politikalardan başka bir planı da yok!

Varsa da o kadar iyi gizliyorlar ki kimsenin haberi yok.

Halkımızın durumu Göksel’in “Depresyondayım” şarkısındaki gibi.

Unutuldu, aldatıldı!

https://t24.com.tr/yazarlar/mehmet-y-yilmaz/depresyondayiz-unutulduk-aldatildik,37052