Her heykel aynı suda yüzer mi?

Önce odaklanmamız gereken şey, bu gelişigüzelliğin kendisi.

Her heykel aynı suda yüzer mi?

Paris'in ince işlenip dizilmiş kaldırım taşları sökülünce ortaya çıkan kumlar, 1968'de sokaklarda barikat kuranlar için 'kumsal' olarak kendini göstermemiş miydi? Nasıl bir heykelin yıkılışını yorumlamak, o heykelin kime ait olduğuyla ilgiliyse, estetik konusu da ona bakan gözlerin kime ait olduğuyla ilgilidir.

Kavel Alpaslan  kalpaslan@gazeteduvar.com.tr

Batı metropolleri, bir süredir kendi sömürgeci geçmişiyle hesaplaşmayı tartışıyor. Güncelliğinden dolayı henüz tahlilini derinlikli şekilde yapamasak da şunu söylemek için müneccim olmaya gerek yok: Irkçı mirası yansıtan heykellerin devrilişi, içinden geçtiğimiz dönemin bir sembolü olacaktır. ABD’den İngiltere’ye, Fransa’dan Belçika’ya kadar çeşitli heykeller, ırkçılık karşıtı eylemlerden nasibini aldı. Fakat biz bunların ne anlama geldiği konusunda, heyecanın etkisinde yapılmış iddialı yorumlardan şimdilik kaçalım ve heykellerin yıkılışına dair yapılan bazı tartışmalar üzerine yoğunlaşalım.

Yaptığımız şey, sadece basit bir yorumun satır arası okuması değil. ABD’de, Avrupa’da heykeller bir bir devrilirken, kimilerinin hemen geçmişteki örneklerine döndüğünü görüyoruz. Ama böylesi bir ‘tarih’, bütün devrilen heykellerden oluşan, sıradan bir dizgi yaratımından bir adım öteye gidemiyor. Böylesi zihinlerin yerini Google, ‘Tarihte devrilen heykeller’ sorusuna vereceği yanıtla pekala doldurabilir. Önce odaklanmamız gereken şey, bu gelişigüzelliğin kendisi.

Ciddi ciddi oturup ‘neden devrimcilerin heykelinin bir köle taciri heykelinden daha farklı olduğunu ve denizde olma nedenlerinin aynı yorumlanamayacağını’ anlatmaya kalkarsak, Marx ve Lenin’in kahkahaları Kırım Denizi’nin dibinden evlerimize kadar gelecektir. İnsan tarihe baktığında olayları, kişileri birbirinden ayırabilme yetisine sahiptir. Bunu yaparken sahip olduğunuz tarihi okuyuş şekli, sizin sadece işinizi kolaylaştırır. Yani ‘taraf olmaktan’ korkan bu amorf düşüncelerin ordusuna mensup olanlar bile bunu başarabilir.

Daha da basitleştirilmiş bir anlatımla şöyle söyleyelim: Soykırımcı kralların heykellerine bir saldırı olduğunda bu hesaplaşmanın kendi geçmişi bellidir, harekete geçiren altyapısı bellidir. Siz istediğiniz kadar marksizmi eleştirin, istediğiniz kadar kendinizi farklı konumlandırın; devrimcilerin heykellerine yapılan saldırılar bundan apayrı bir arkaplan taşıdığı için, yapılan tasnifler de farklı olacaktır. Biraz daha uzağa gidersek, Mısır’daki köle isyanlarında firavunların mezarlarına girip öfkeyle talan edenlere ne diyeceğiz, tarihi eser kaçakçısı mı?

 

 Çar III. Aleksandr’ın Moskova’daki heykeli ve yerde sürüklenen bronz kafası…

Bir de estetik ve kültürel değer tartışması var tabii. Düne kadar yıkılan Lenin heykellerine sevinip ‘özgürlük’ destanları yazanlar, şimdi sözkonusu heykellerin ‘sanatsal’ değerini hatırlatıyorlar. İşin daha da vahim yanı, kendini ‘sol’ olarak gören bazı kesimlerden de tek tük böyle seslerin çıkıyor olması. Ekim Devrimi sırasında devrilen devasa çarlık eserlerinden ne kadar haberleri var acaba? Mesela Çar III. Aleksandr’ın Moskova’daki heykeli ve yerde sürüklenen bronz kafası -ki bugünün öfkesiyle akraba sayılabilir- devrimin sembollerinden biridir. Aleksandr’ın bu heykeli, basit bir estetik kaygıyla dikilmemiştir. Dolayısıyla kendisine yönelik öfke, bir noktadan sonra insanların gözündeki ‘estetiği’ bastırabilir. Bundan doğal bir şey yoktur.

Tam da burada gözün estetik algısının değişebileceğini hatırlayabiliriz. Bir başka deyişle kimisi için, böylesi bir yıkımın ta kendisi de ‘estetik bir olay’ olarak değerlendirilemez mi? Paris’in ince işlenip dizilmiş kaldırım taşları sökülünce ortaya çıkan kumlar, 1968’de sokaklarda barikat kuranlar için ‘kumsal’ olarak kendini göstermemiş miydi? Nasıl bir heykelin yıkılışını yorumlamak, o heykelin kime ait olduğuyla ilgiliyse, estetik konusu da ona bakan gözlerin kime ait olduğuyla ilgilidir.

Doğruya doğru, Marx ve Lenin heykelleri suyun altında estetik olarak çok güzel görünüyor. Fakat sömürgecilerle, ırkçılarla, köle tacirleriyle aynı sularda yüzmüyorlar. Kimse bilmem hangi köle tacirinin ne ismini hatırlayacak ne de heykelle somutlaşmış cismini. Onlar, yıkılışlarıyla var olacak, var oluşlarıyla değil. Oysa çelişkiler bir yere gitmediğine göre, hayaletler dolaşmaya devam edecek. Dolayısıyla hangi heykelin denizde yosun tuttuğunun önemi yok; önemli olan hangisi tarihte çürüyüp gidecek, hangisi rehberlik edecek…

DUVAR