İslam ve sosyalizm: Sentez mi diyalog mu?

Kuran’ı anlama çabasını eşitlemek

İslam ve sosyalizm: Sentez mi diyalog mu?

İslam Özkan

İslam Özkan

İslam ve sosyalizm: Sentez mi diyalog mu?

İslam’ın sol ile ilişkilenemeyeceğini söyleyenlerin ortaklaşa yanılgısı, İslam düşüncesinin doğasına ilişkin kanaatlerinden kaynaklanan bir takım çıkarımlar görünüyor. İslam’ın kendisi ilahi bir din olmakla birlikte İslam düşüncesi, içerisine yorum, tevil ne derseniz deyin farklı insanî faaliyetlerin eşlik ettiği beşerî bir düşüncedir. Sekülerliği aşırı önemseyen sol da laikliği büyük bir küfür olarak gören ve metnin literal anlamını yüceleştiren İslamilik de aynı eksenden hareket ediyor. Halbuki Kuran’ın kendisiyle Kuran’ı anlama çabasını eşitlemek, Kuran’la Kuran tefsirlerini ya da Kuran üzerine yapılan araştırmaları aynı görmek kadar yanıltıcı.

Geçtiğimiz Cumartesi ve Pazar günleri İnşa Kültür Merkezi’nde İslam-Sol Çalıştayı’nın ikincisi yapıldı, Ortadoğu coğrafyasının tarihsel hafızasını oluşturan İslam ile dinselliği dışlamayan, Ortadoğu ve Latin Amerika başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde önemli deneyimler yaşamış olan dini düşünce ile sol ilişkisi masaya yatırıldı.

Bir din olarak İslam ve bir ideoloji olarak sol, gerek solun seküler karakteri ve dünyevi bir ideoloji olması gerekse İslam’ın salt metafizik bir din sanılması ve dünyevi boyutunun ıskalanması nedeniyle birçokları tarafından kendi bütünselliğini yakalamış ve bu yüzden bir araya getirilmesi zor düşünceler olarak değerlendirilmekte.

Acaba böyle mi? Gerçekten İslam düşüncesinin nihai amacı dolayımsız bir ilahiliğin söz konusu olduğu, beşeriliğe-dünyeviliğe asla yer vermeyen, eşitlik, adalet iddiası olmayan, toplumsal hiçbir önermesi olmayan, tek derdi insanların bireysel-uhrevi kurtuluşunu sağlamak olan salt metafizik bir düşünce mi?

Gerçekten sol, hiçbir metafizik boyut içermeyen, maddeci karakterine rağmen asla “irrasyonel” tepkiler vermeyen, erdem, ahlaka dair bir şey söylemeyen, kutsallıkla asla işi olmayan, dibine kadar materyalist bir bütünsellik mi?

Aslında her iki soruya ilişkin oldukça zengin kombinasyonlar içeren yanıtlar verilebilir. Ama yine de söz konusu yanıtların ulaşabileceği ufuğun İslam ve solun tanımına ilişkin ortaya konan çabalar ve bu kavramların nasıl algılandığını belirleyen bir zihin tarafından belirleneceği açık. Dolayısıyla burada sorulacak doğru soru, çalıştaydaki sunumların bir kısmında da ortaya konduğu gibi üzerinde durulan tikelliklerin hangi İslam ve hangi sol olduğudur. Bu tikelliklerin genelleştirilmesi üzerinden elde edilen göreli “doğrular” hakikatle sorunlu bir ilişki kurarken istenilen sonuçlara götürüp götürmeyeceği de oldukça sorunlu olacaktır.

İranlı düşünür ve aktivist Ali Şeriati, yıllar önce aynı soruyu Şiilik ve Sünnilikle ilgili sormuş, bu ikisinin İslam’ın bütünsel yapısına müşterek katkısına dair Muhammedi Sünnilik ve Ali Şiası kavramsallaştırmasını geliştirmişti. Safevi Şiasıyla Emevi Sünnilik arasındaki karşıtlığın doğallığına vurgu yapan İranlı düşünür, bunun tersine Ali Şiasıyla Muhammedi Sünnilik arasında kayda değer hiçbir fark olmadığını dile getirmişti.

Bu karşılaştırmadan yola çıkarak şu söylenebilir: Şayet sol, Avrupa merkezci ve İslamfobik bir takım yaklaşımların etkisi altında kalarak dine karşı dışlayıcı bir tavır sergiliyor, dini düşüncenin toplumsal önermelerinin asla olamayacağını öngörüyor ve dinin bizatihi kötülüğün kaynağı olduğunu düşünüyorsa elbette taraflar arasında bir ilişkisellikten ve diyalog imkânından söz etmek mümkün olamaz.

Aynı şey İslam düşüncesi için de geçerli. Solu ötekileştiren, iktidar zulmüne payanda olan, tarihsel olarak devlet İslamını temsil eden dindar bir düşüncenin böyle bir kaygısı olamaz. Tarihte de sürekli olarak zuhur ettiği gibi böyle bir dinsel anlayış, egemenlerin değirmenine su taşımaktan asla rahatsız olmayacağı gibi, dine yüklediği anlam hegemonik bir rıza imalatından da öteye gidemez.

İslam-Sol Çalıştayı bir taraftan bu tür konulara odaklanırken diğer taraftan İslam ve sol ilişkilerinin tarihsel deneyimlerine değinilerin bulunduğunu, feminizmden, ekolojik sola, İslam bilim tarihine, Aydınlanma’ya varana kadar birçok konuya dikkate değer dokunuşlar yapıldı. Mısır’da Hasan Hanefi’nin İslami sol kavramı, İran’da Halkın Mücahitleri’nin fikri alt yapısını oluşturulmasına katkıda bulunan Ali Şeriati’nin İslam’la Marksizm arasında kurduğu ilişki, Türkiye’de Hikmet Kıvılcımlı’nın Kuran’ı sol bir perspektiften anlama çabası, bütün bu tarihsel deneyimler, İslam-Sol Çalıştayı’nda ele alınan konular arasındaydı.

Etkinlikte dikkat çeken şey, katılımcıların bir kısmının İslam ve sol buluşmasının yıllarca yapılmasından hareketle tarafların birbirini yeterince tanıdığı ve artık birlikte yapılabileceklere ilişkin yeni bir aşamaya geçilmesi gerektiğini vurgularken öte yandan çalıştayın konusuyla ilişkilenme noktasında mesafeli bir tutum ortaya koyması dikkat çekti. Nitekim katılımcılardan bazılarının Sivas Katliamı nedeniyle çalıştaya katılan Müslüman katılımcılardan özür talep etmesi, bu mesafenin en önemli göstergelerinden biriydi.

Zira İslam’ın solla ilişkilenmesine katkı sağlamak üzere böylesine bir etkinliğe gelen insanların belirli şeyleri aşmış olduğunun düşünülmediği ve ezberlerin bir klişe halinde sürekli tekrar edildiği bir süreçte Müslümanlarla sosyalistler arasında sağlıklı bir ilişki kurmanın, aşılması imkânsız olmamakla birlikte ne kadar büyük zorluklarla karşı karşıya olduğunu göstermekteydi.

Halbuki Türkiye’de sadece İhsan Eliaçık değil birçok isim, yıllardır İslam düşüncesiyle sol arasında kurulan karşıtlık ve husumetin sahte olduğunu, derin devletin Soğuk Savaş yıllarında Komünizmle Mücadele Dernekleri üzerinden böyle bir düşmanlığı harlamaya çalıştığını dili döndüğünce anlatmaya çalışıyor. Anti-Kapitalist Müslümanlar da uzunca bir süredir iktidarın baskılarına karşı yoruma yer bırakmayacak şekilde net bir tutum sergileyerek dinin zalim bir yönetime meşruiyet kazandıramayacağını yüksek sesle dillendiriyor. Dolayısıyla iktidarın baskısına meşruiyet kazandıran dindarların yaptıklarının sorumluluğunu neden bütün Müslümanlar alsınlar ki? Herkes kendi yaptığından sorumlu.

Bir başka eleştiri de, iktidarın dinselliğine itiraz etmekle birlikte bu tür buluşmalara temelden ve ilkesel olarak itiraz eden Müslümanlara ilişkin. Her ne kadar tarihsel olarak İslam dünyasında bu iki gerçeklik arasında melezleşme çabaları gündeme gelse de, İslam ve Sol iki ayrı bütünsellik ve ne çalıştayın ne de çalıştaya katılanların amacı bir sentez üretmek değil, bir diyalog ve bir işbirliği imkanını araştırmaktır. Ancak tarafların henüz birbirini yeterince tanımadığı ve bu ilişkiselliğin doğası üzerine bir düşünsel derinleşme henüz ortaya konamadığı için çok büyük hayallere kapılmaya elbette gerek yok.

Aslında her iki kesimden de İslam’ın sol ile ilişkilenemeyeceğini söyleyenlerin ortaklaşa yanılgısı, İslam düşüncesinin doğasına ilişkin kanaatlerinden kaynaklanan bir takım çıkarımlar görünüyor. İslam’ın kendisi ilahi bir din olmakla birlikte İslam düşüncesi, içerisine yorum, tevil ne derseniz deyin farklı insanî faaliyetlerin eşlik ettiği beşerî bir düşüncedir. Sekülerliği aşırı önemseyen sol da laikliği büyük bir küfür olarak gören ve metnin literal anlamını yüceleştiren İslamilik de aynı eksenden hareket ediyor. Halbuki Kuran’ın kendisiyle Kuran’ı anlama çabasını eşitlemek, Kuran’la Kuran tefsirlerini ya da Kuran üzerine yapılan araştırmaları aynı görmek kadar yanıltıcı.

Buradan hareketle tartışmaya konu olan iki düşünce sisteminin biri gökyüzünde Levhi Mahfuz’dan inmiş asla bu dünyaya ait olmayan mistik bir düşünce; diğeri ise bununla kendisini karşıtlaştırmış ve dünyevi bir metafiziği benimsemeye asla yanaşmayan, salt materyalist düşünce değildir. Her ikisi de beşeridir, bu yüzden beşerîliğin zaaflarını da olumlu yönlerini de içermektedir. Zira yorum vs. gibi beşeri çabalar olmadan düşünce mümkün olamaz. Saf ilahilik iddiası, en az saf dünyevilik iddiası gibi gerçek dışıdır.

Ancak öte yandan İslam düşüncesinin diğer düşünce sistemlerinden hiçbir farkı yok mudur, diye sorulabilir. Elbette vardır. İslam düşüncesinin burada ayrıştığı nokta belki de beslendiği kaynağın doğasıyla ilgilidir. Bu doğa da kendisinden yararlanan kaynağın ilahi olmasıdır. Yoksa kendinden menkul saf ilahilik, İslam tarihi boyunca belki çok da kayda değer olmayan birkaç istisna dışında hiç kimse tarafından dillendirilmemiştir. İslam düşüncesinin ürünleri olan telam, tefsir, fıkıh gibi ilimlerin zirvesi olan isimler dahi bile bunların ilahi ve değişmez oldukları iddiasında bulunmamışlardır.


İslam Özkan kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Gazeteciliğe Selam gazetesinde başladı. Bir dönem kitap yayıncılığı alanında faaliyet gösterdi. Ardından Filistinhaber, Time Türk, Dünya Bülteni, Birleşik Basın gibi internet sitelerinde editörlük, TRT Arapça, Kanal On4, Kudüs TV gibi televizyonlarda haber müdürlüğü ve TV 5'te program moderatörlüğü, bazı Arap televizyon kanallarının Türkiye temsilciliğini yaptı. Halen Marmara Üniversitesi Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Araştırmaları Enstitüsü Ortadoğu Sosyoloji ve Antropolojisi'nde doktora eğitimini sürdürmektedir.

DUVAR