Türkiye ve iktidar 18 yılda neler yaşadı ve neler yaşattı?

Biraz yakından bakalım mı?

Türkiye ve iktidar 18 yılda neler yaşadı ve neler yaşattı?

Türkiye ve iktidar 18 yılda neler yaşadı ve neler yaşattı? Biraz yakından bakalım mı?

Türkiye’yi son 18 yıldır yöneten kadro, bu uzun sürenin belli bir dönemine kadar, dış politikada ‘yumuşak güç’ anlayışıyla hareket ediyor, ‘komşularla sıfır sorun’ türü yeni ve kulağa hoş gelen ilkeleri benimsiyordu.

O günler geride kaldı.

Ülkemiz şu sıralarda Suriye, Irak ve Libya’da asker bulunduruyor, MIsır, Fransa ve Yunanistan’la zıtlaşıyor…

‘Türkiye güçlü ülke’ algısı yerleşiyor.

Bir zamanlar ülkemize kadar gelip “Türkiye’nin en değerli ihracat unsuru silahlı kuvvetleridir” diyenler çıkıyordu ve buna her kesimden itirazlar geliyordu. O dönemin itirazcılarının bazıları bugünkü ‘güçlü Türkiye’ algısını alkışlıyor.

‘Yumuşak güç’ olma tercihi ne kadar doğalsa doğrudan güç kullanmaya dayalı tercih de o kadar doğaldır. 

ABD’nin sınırları dışında 600 kadar üssü ve oralarda konuşladığı onbinlerce askeri bulunuyor. 

Rusya da kendi sınırlarını genişletme gayreti içerisinde değil mi? Kırım’ı ilhak etti, bizim sınırlarımızın ötesiyle ve Libya ile de ilgilenmiyor mu?

Reklam

Türkiye de o tür bir ülke olma gayretinde.

Bu da kendi içinde bir sorunu barındırıyor ama…

Türkiye zorlanıyor

Güç algısına önem vermeye başladığınızda aynı anlayışa sahip başka ülkelerle ters düşmeniz ve bunun da ciddi sıkıntılara sebep olması kaçınılmaz.

Nitekim, Türkiye Irak, Suriye ve Libya’da yeni benimsediği dış politik çizginin doğurduğu sıkıntıları yaşıyor. Suriye’de işbirliği yaptığı Rusya ile Libya’da farklı konumda; NATO müttefiki ABD Suriye’de Türkiye’nin kırmızı çizgilerini dinlemiyor… 

Libya’daki petrol kuyularının başında Rusya’nın oraya gönderdiği paralı Rus askerleri bulunuyor.

Suriye’nin kuzeyindeki petrol kuyuları Türkiye’nin ‘terörist’ bildiği silahlı güçlerin elinde ve onlar da petrol imtiyazını, Washington’un onayıyla, bir Amerikan şirketine devretti.

Türkiye, Libya’da BM tarafından tanınan hükümet ile anlaşarak ilan ettiği ‘münhasır ekonomik bölge’ye dayanarak başlattığı Akdeniz’de petrol arama faaliyetini, Almanya’nın araya girmesiyle, durdurmak zorunda kaldı. Halkı dünyadaki en anti-Amerikan halklar arasında ilk sıralarda yer alan Yunanistan‘da hükümet, halkına “Türkiye’ye karşı alınan tedbir“ diye sunarak ABD’ye Dedeağaç’ta bir deniz bir de hava üssü tahsis etti.

İran’la aynı dili konuşur görünsek de, onunla da Suriye’de çıkarlar çatışıyor.

Libya’yla Türkiye’nin askeri yönden ilgisi Mısır’ı da güç projeksiyonu yapan ülkeler arasına soktu. Bu arada, Mısır, biraz da Türkiye’nin Libya’ya ilgisi yüzünden daha önce uzak durmaya çalıştığı Rusya ile ‘seviyeli birliktelik’ yaşar hale geldi.  

Pekala birlikte olunabilecek İslam Dünyası’ndan ülkeler ile giderek ara açılıyor.

Zorlanıyor Türkiye.

Dış ve iç politikaların birbirinden ayrılamadığı bir dünyada yaşıyoruz; birinde uygulanan politikalar diğerinin başarısını da etkiliyor.  ‘Yumuşak güç’ çizgisi izleyen Türkiye bunun olumlu etkilerini her alanda -özellikle de ekonomide- görebiliyordu. 

Hem dışarıdan doğrudan yatırım çekebildi ülkemiz o dönemde, hem de her istediğinde uygun şartlarda borçlanabildi. O dönemin ekonomik göstergeleri ile bugüne ait olanlar yanyana getirildiğinde fark kolaylıkla görülecektir.

Ekonomi tekliyorsa bunun uygulanan yanlış ekonomik politikalarla ilgisi olduğu kadar dışarıya yansıtılan algıyla da ilgisi olduğu muhakkak.

Ayasofya ve ‘İstanbul Sözleşmesi’ nereden çıktı?

Böyle olunca, yani hesaplar tutmayıp beklenmeyen sıkıntılarla karşılaşınca, olumsuz gelişmeleri gözlerden saklama ihtiyacı içeride patlayan tartışmaları ve bazı icraatları da tetikliyor.

Fazla uzak olmayan bir tarihte “Önce Sultan Ahmet Camii’ni cemaatle doldurun da sonra Ayasofya’ya sıra gelsin” ve “Böyle bir gelişme Batı ülkelerindeki camilerin varlığını tehdit edebilir, ben böyle bir tuzağa düşer miyim?” görüşleri ifade edilmişken, birdenbire Ayasofya’nın yeniden cami olarak ibadete açılması nereden çıktı sanıyorsunuz?

Ya da, 2011 yılında bugünkü iktidarın öncülüğü üstlenmesi sayesinde imzaya ilk orada açıldığı için ‘İstanbul Sözleşmesi’ adı verilmiş olan Avrupa Konseyi’nin bir girişimi şimdilerde kıyasıya tartışılıyor; tartışanlar iktidar partisinin uzağında olmayan isimler.

Dün, burada, ‘İstanbul Sözleşmesi’ etrafında kopan fırtınanın en önemli sebebinin, tartışanların iktidarın dikkatini üzerlerine çekme çabası olduğu görüşünü paylaşmıştım. 

İktidar içinde ve yakınında yer alanlar bir güç mücadelesi veriyorlar ve bunun için sözleşmeyi vesile olarak kullanıyorlar.

Tartışanlara biraz yakından bakıldığında bunu hissediyorsunuz.

İzlenen dış politika ve onun ekonomi başta olmak üzere iç politikaya olumsuz etkilerinin de tartışmayla ilgisi bulunuyor.

Hükümetin dışa dönük hamlelerini başından itibaren şartsız desteklemiş halen de destekler görünen kişi ve kesimler, gelinen noktada karşılaşılan sorunların farkına vardılar; ancak bunu anlaşılır sebeplerle açıkça ifade edemiyorlar.

Bunu yapmak yerine, ‘İstanbul Sözleşmesi’ üzerinden muhalif bir dil geliştirme çabasına giriyorlar.

Hele bir de bu konuda başarılı olurlar ve ‘İstanbul Sözleşmesi’ onların itirazları üzerine tek taraflı olarak ülkemiz tarafından iptal edilirse, güç gösterisinin yararını görmeleri itirazcıların itiraz edecekleri yeni konular bulmalarını kolaylaştıracaktır.

Ekonomik sıkıntıları ve dışarıda yaşanan olumsuzlukları görmeleri de belki o zaman mümkün olabilecek. 

FEHMİ KORU / FEHMIKORU.COM