Vazgeçilemeyen 13 Kasım randevusunun hikmeti

Türk-Amerikan ilişkilerinin üzerine çökmekte olduğundan öte bir gerçek yok esasında.

Vazgeçilemeyen 13 Kasım randevusunun hikmeti

İlişkiler zaten bütün motorları havada devre dışı kalmış bir uçak gibi hızla irtifa kaybetmekte iken Erdoğan’ın bu haliyle aslen sembolik bir karar olan Ermeni Soykırımı'nın Temsilciler Meclisi’nde tanınması yüzünden uçağı yere çakmak yerine yasaya dönüşme ihtimali hayli kuvvetli olan yaptırım paketine direnmeyi öncelediği anlaşılıyor.

ABD Temsilciler Meclisi’nin bir 29 Ekim’de Türkiye açısından hayli sarsıcı iki tasarıyı arka arkaya ezici çoğunlukla onaylamış olması Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı planlanan Washington ziyaretinden vazgeçiremedi. Hafta başında Beştepe’den Reuters’a sızdırılan haberdeki üst düzey bir yetkiliye dayandırılan ‘Atmosfer değişmezse böyle bir ziyareti yapmanın anlamı yok’ şeklindeki lafların biraz kamuoyunun havasını almanın, biraz da Trump yönetimine vicdan yaptırmanın ötesinde pek bir anlam taşımadığı kısa sürede ortaya çıktı.

Nitekim 4 Kasım’da yayınlanan o haberden sadece iki gün sonra benim gibi bu işleri yakından takip eden pek çok kimse için sürpriz olmayan açıklama geldi: Cumhurbaşkanı Erdoğan ABD Başkanı Donald Trump ile o meşhur telefon görüşmelerinden birini yapmıştı ve iki lider 13 Kasım’da Washington’da buluşma konusunda mutabık kalmıştı.

 

Erdoğan açısından atmosferin ne yönde değiştiğini bilemiyoruz. Zira atmosferi zehirleyen tüm unsurların bütün ağırlıklarıyla Türk-Amerikan ilişkilerinin üzerine çökmekte olduğundan öte bir gerçek yok esasında.

Mesela ABD Temsilciler Meclisi’nde 11’e karşı 405 oyla kabul edilen ve 1915 olaylarını soykırım olarak tanımlayarak 1,5 milyon Ermeni’nin Osmanlı İmparatorluğu tarafından öldürülmesini kınayan karar, Ankara ‘yok hükmünde’ dediği için buharlaşıp uçmadı. Kararın hukuki bağlayıcılığı olmasa da Amerika’daki Ermeni lobisinin manevi zaferi. Ayrıca Türkiye ‘yok hükmünde’ deyip geçecekti ve bugün olduğu gibi meseleyi büyük bir diplomatik krize dönüştürmeden yoluna devam edecekti ise son 40 yıldır her 24 Nisan öncesinde neden teyakkuza geçildi belli değil.

Mart 2010’da benzer bir karar Temsilciler Meclisi’nin sadece Dış İlişkiler Komitesi’nden geçtiğinde dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Namık Tan’ı derhal istişareler için Ankara’ya çağırmıştı. Keza 2007’de de aynı durum nedeniyle Büyükelçi Nabi Şensoy Ankara’ya çekilmişti. O yıllarda komisyondan çıkan kararın Temsilciler Meclisi ile Senato’dan geçmesi durumunda Ankara’nın İncirlik Üssü’nün kullanıma kapatılmasından ABD ile askeri anlaşmaların askıya alınmasına kadar pek çok karşı adımla mukabelede bulunacağı konuşulurdu.

29 Ekim 2019’da ise Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Serdar Kılıç Ankara’ya çağrılmadı. Bırakın büyükelçisini geri çekmeyi Cumhurbaşkanı Erdoğan karardan sadece iki hafta sonra bizzat kendisi Washington’a gitmekte bir beis görmedi. Belki de Sayın Cumhurbaşkanı daha ileri bir tepki göstermek için Senato’nun da benzer bir tasarıyı geçirmesini bekliyordur.

 

Yok hükmünde’ söylemiyle meseleyi bir anlamda geçiştirme taktiğini Türkiye’de devletin tarihiyle yüzleşme sorunsalını aşmış olmasının bir tezahürü olarak yorumlayabilmeyi gönül isterdi. Oysa hayaller İsveç, gerçekler Türkiye’miz, hesaplar da bambaşka.

Bugün Türk hükümetindeki yetkili ağızların ABD’yi soykırım kararı nedeniyle şiddetle kınarken mukabele adımlarından bahsedemiyor olması gerçekte şundan kaynaklanıyor: Ankara’nın mukabele adımı olarak öne sürebileceği yaptırımlar halihazırda ABD tarafından Türkiye’ye uygulanıyor ya da uygulanmak üzere.

Ankara’ya yönelik ‘de facto’ silah ambargosu Patriot füzelerinden cumhurbaşkanlığı korumalarının tabancalarına genişlemiş durumda. İki NATO müttefiki arasındaki askeri işbirliği Türkiye’nin Rus S-400 savunma sistemini satın almasının ardından F-35 savaş uçağı programından atılmasıyla zaten ziyadesiyle yara aldı.

İncirlik Üssü’nü de Türkiye kapatmadan Amerika Birleşik Devletleri’nin kendisi kritik operasyonlarda by-pass etmeye başladı bile. IŞİD lideri Bağdadi’nin yakalanıp öldürüldüğü son operasyonda Amerikan helikopterleri daha yakındaki İncirlik yerine Irak Kürdistan bölgesinin başkenti Erbil yakınlarındaki askeri üsten havalandılar.

İlişkiler zaten bütün motorları havada devre dışı kalmış bir uçak gibi hızla irtifa kaybetmekte iken Erdoğan’ın bu haliyle aslen sembolik bir karar olan Ermeni Soykırımı’nın Temsilciler Meclisi’nde tanınması yüzünden uçağı yere çakmak yerine yasaya dönüşme ihtimali hayli kuvvetli olan yaptırım paketine direnmeyi öncelediği anlaşılıyor.

 

Nitekim Ermeni Soykırımı kararıyla aynı gün yine Temsilciler Meclisi’nde 403’e karşı 16 oyla kabul edilen diğer tasarı Barış Pınarı Harekatı yüzünden Türk yetkililere ve savunma sektörüyle bağlantılı bankalara yaptırım uygulanmasını talep ediyor. Tasarının yasalaşması halinde yaptırımların uygulanması gereken yetkililer Milli Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı, İkinci Ordu Komutanı, Hazine Bakanı olarak sıralandı. Yasanın yürürlüğe girmesi durumunda Amerikan istihbaratının ve Dışişleri’nin en fazla 120 gün içinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve ailesinin tahmin edilen mal varlığı ve gelirlerine dair bir rapor hazırlaması da bekleniyor.

Dolayısıyla da Erdoğan aslında Trump üzerindeki tüm etkisini kendisi ve ailesi aleyhine bir silaha dönmesinden kaygı duyduğu yaptırım paketinin engellenmesi için kullanma yönünde stratejik bir tercih yapmış görünüyor.

Yaptırımların yasalaşmasının ikinci adımı olan benzer bir tasarının Senato’da da oylanmasına yönelik hamlenin aslında haftaya tam da Erdoğan Washington’da iken yapılması yüksek ihtimaldi. Ancak Trump yönetimi devreye girdi ve Senato Dış İlişkiler Komitesi’nin Cumhuriyetçi Başkanı Jim Risch, Erdoğan Washington’dan ayrılana kadar tasarıyı gündeme almayacağını açıkladı.

Senato Çoğunluk Lideri Mitch McConell’ın da yine Trump ile dirsek teması içinde Lindsey Graham ve Chris Van Hollen tarafından Türkiye aleyhine hazırlanan ağır yaptırım tasarısını yumuşatmaya çalıştığını biliyoruz. O tasarı da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mal varlığını araştırılmasını talep ediyor, bir de üzerine bizzat yaptırım uygulanacak Türk yöneticiler listesine Cumhurbaşkanını da eklemiş durumda.

Aldığım duyumlar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın daha Washington’a gitmeden kendisinin ve ailesinin yaptırım tasarılarına konu olmasına yönelik rahatsızlığını çeşitli kanallardan ABD Başkanı Trump’a ilettiği yönünde. Washington’da 13 Kasım’da yapılacak pazarlığın kamuoyu önünde dillendirilmeyen unsuru tam da bu olacaktır. İki yıldır Trump yönetimiyle yapılan tüm pazarlıkların Erdoğan açısından en kritik unsuru Halkbank dosyasıydı. Halkbank aleyhine ABD’de İran yaptırımlarını delme davası açılmasını engelleyemeyen Trump’ın gücü bakalım Kongre’deki Erdoğan’ın mal varlığına ilişkin talepleri gündemden düşürmeye yetecek mi?


Cansu Çamlıbel kimdir?

Ortadoğu Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünden mezundur. Yüksek lisansını Britanya’daki Cardiff Üniversitesi’nde Uluslararası Gazetecilik bölümünde yaptı. 2002 tarihli master tezi ‘Türk medyası ve oto-sansür sorunsalı’ başlığını taşıyor. NTV’de diplomasi muhabirliği ve 2005-2008 yılları arasında Brüksel muhabirliği yaptı. 2008 yılından 2019 Şubat’ına kadar Hürriyet ve Hürriyet Daily News gazetelerinde muhabirlik, haber müdürlüğü, yazı işleri müdürlüğü, köşe yazarlığı gibi pek çok farklı görevde bulundu. Yaklaşık beş sene boyunca ‘Yüz Yüze Pazartesi’ köşesinde Hürriyet’in haftalık siyasi röportajları ona emanetti. Son olarak Nisan 2017-Şubat 2019 döneminde Hürriyet’in Washington Temsilcisi olarak görev yaptı. 2015-2016 döneminde ABD’deki Harvard Üniversitesi’nin prestijli Nieman Bursu’nu kazandı.

 

Cansu Çamlıbel / GAZETE DUVAR