Yanlış bir tercih Marmara depremi etkisi yapar

Soğuk Savaş döneminde her şey basitti...

Yanlış bir tercih Marmara depremi etkisi yapar

Soğuk Savaş döneminde her şey basitti.

Biz bir bütün olarak Atlantik yapısına entegre olmuştuk. Çünkü, şartlandırılmış algılara göre tehdit Sovyetler Birliği ve Komünizmin yayılması idi. Güvenliğimizi bütünü ile NATO’ya emanet etmiştik.

Ege ve Kıbrıs sorunları dışında milli stratejiler geliştirme ihtiyacımız yoktu. Balkanlar’dan ve Kafkasya’dan ne kadar fazla Varşova Paktı ve Sovyet tümenini üzerimize çekersek, Atlantik yapısının gözünde değerimiz o kadar fazla idi.

NATO’nun yani Atlantik yapısının güneydoğu kanadının bekçisi olduğumuz için değerli idik. ABD’nin ve Türkiye’nin çıkarları bu nedenle de büyük ölçüde örtüşüyordu. İşte bu nedenle, oldukça dengeli ve istikrarlı Soğuk Savaş döneminde, dış politika ve güvenlik meselelerinde her şey çok basitti.

Ancak, Sovyetler Birliğinin dağılması, Soğuk Savaş döneminin bitmesi ve ABD’nin Ortadoğu’yu şekillendirme hamlelerinin başlaması ile her şey değişti.

Soğuk Savaş döneminde, Avrupa’daki Atlantik yapısının güneydoğu kanadının bekçisi olarak Avrupalı gibi tanımlanan Türkiye, bu yeni süreçte, ABD’nin Ortadoğu’yu jeopolitik hamlelerinin ağırlık merkezine dönüştürmesi ve Türkiye’de AKP’nin iktidara gelmesi ve bu yönetimin yeni Osmanlıcılık ve Müslüman Kardeşler anlayışı üzerinden yeni bir jeopolitik eksen arayışına girmesi ile Türkiye bir Ortadoğu ülkesi olarak algılanmaya başlandı.

 

Günümüzde Atlantik yapısının askeri gücü NATO, Rusya’yı çevreleme görevini yüklenmiş gibi görünmektedir.

Günümüzde NATO sadece, Rusya’yı çevrelemek isteyen ABD ile Rusya’yı tehdit olarak algılayan eski Varşova Paktı üyesi Baltık ülkeleri, Polonya, Romanya ve Bulgaristan için önemlidir.

Oysa Türkiye, değişen tehdit ortamında Rusya ile ilişkilerini geliştirmek istemektedir. İşte bu nedenle de günümüzde Türkiye’nin NATO içindeki yeri ve ilişkisi doğal olarak farklıdır.

Değişen küresel ve bölgesel jeopolitik ortamda Türkiye-ABD ilişkileri de Soğuk Savaş döneminden çok farklıdır ve farklı olmalıdır.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan ve ABD’nin refah ve güvenlik çıkarlarına hizmet eden, serbest ticareti ve liberalizmi esas alan, kurallara dayalı dünya düzenin çökmekte olduğunu Amerikalılar ifade etmektedirler ve ABD, bu değişimin paniği içindedir.

ABD, bir taraftan kurulacak yenidünya düzenini tanımlamaya, yönlendirmeye, bu yeni düzen içinde çıkarlarını nasıl koruyacağına hesaplamaya çalışırken, bir taraftan da küresel liderliğini sürdürmeye gayret göstermektedir.

Türkiye-ABD ilişkileri bu yeni jeopolitik ortamda yeniden tanımlanmayı gerektirmektedir.

Çünkü, Atlantik yapısının lideri ABD, bir taraftan Türkiye’yi bu yapı içinde tutmaya çalışmakta, Türkiye’nin başka bir güç merkezine kaymasını önlemeye gayret göstermekte, diğer taraftan Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme kapsamında, PKK-YPG’yi destekleyerek ve bu yapıdan Suriye’de bir uydu devlet gerçekleştirmek isteyerek Türkiye’nin güvenliği karşısında en ciddi tehdidi oluşturmaktadır.

ABD, Türkiye’yi Avrasya’ya kaptırmanın maliyetinin büyük olacağının farkındadır.

Bu durum, Türkiye’nin ABD ile ilişkilerindeki aşılması zor ve en ciddi çelişkiyi ortaya koymaktadır.

Ayrıca, ABD’nin Soğuk Savaş döneminden kalma, Türkiye’yi kendi yörüngesinin bir uydusu gibi görmek, çıkarlarına ters düşen Türk yönetimlerini darbelerle değiştirmek gibi kötü alışkanlıkları da vardır.

Putin liderliğinde Avrasya kıtasının önemli bir gücü haline gelen, ABD ile birlikte dünyanın iki büyük nükleer kapasitesine sahip iki ülkesinden biri olan, geliştirdiği yeni silah sistemleri ile dikkatleri üzerine çeken, enerji zengini Rusya, Şangay İşbirliği içinde Çin ile işbirliği yapmakta ve ABD tehditleri karşısında Çin ile aynı güvenlik kaygılarını taşıyor olsa bile doğuda, sahip olduğu insan sayısının on katına sahip Çin ve batıda ABD’nin önderliğini yaptığı Atlantik yapısı ile çevrelenmiş durumdadır ve kısıtlı demografik yapısı ile çok geniş bir coğrafyanın güvenliğini sağlamak kaygısını taşımaktadır.

Türkiye iyi ilişkiler içinde olması, Rusya’ya sıcak denizlere kolayca açılma, güney kanadının güvenliğini pekiştirme imkanları sağlamaktadır. NATO üyesi Türkiye’nin, NATO’nun tehdit olarak değerlendirdiği Rusya ile iyi ilişkiler içinde olması, Rusya’ya psikolojik avantajlar da dağlamaktadır. Ayrıca, enerji zengini Rusya, Türkiye coğrafyasını Avrupa’ya gaz ihracında Ukrayna’ya alternatif bir güzergah olarak kullanmak istemektedir.

Türkiye ise yeniden şekillenen iki buçuk kutuplu dünya düzeni içinde Avrasya güç merkezinin lider ülkesi Rusya ile önemli projeler geliştirerek stratejik işbirliği yapmaktadır.

Türkiye’yi yönetenler, Türkiye’nin bu girişimlerini çok yönlü politika olarak tanımlamaktadırlar.

 Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Moskova’da bir Avrasyacı, New York veya Wahington’da bir Atlantikçi gibi görüntü verebilmektedir.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu bir Asya ülkesinden dönüşünden sonra, Asya-Pasifikçi görüntüsü ile ‘Yeniden Asya’ açılımın ilan ederken (ne oldu bu açılım bilen var mı?), Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, Atlantikçi gibi, Suriye’nin kuzeyinde dar bir bölgede, ABD askerleri ile gerçekleştirilen helikopter devriyesinden ne kadar mutlu olduğunu ifade edebilmektedir.

Özetle, içinde bulunduğumuz farklı jeopolitik ortamda, Türkiye Rusya’yı tehdit olarak değerlendiren ve kendi güvenliğine karşı en ciddi tehdidi oluşturan ABD ile Atlantik yapısı içinde ilişkilerini sürdürürken, ABD’yi tehdit olarak değerlendiren Rusya ile stratejik ilişkiler geliştirmekte ve bu durumu çok boyutlu dış politika olarak tanımlamaktadır.

Böylece, bir bakıma Türkiye, Suriye’de de olduğu gibi, birbirine rakip iki büyük güç ile aynı zamanda stratejik ilişkiler sürdürerek veya bu ilişkileri geliştirerek çıkarlarını korumaya ve geliştirmeye çalışmaktadır.

 Yaşanan geçmiş, içinde bulunduğumuz şartlar ve Türkiye’nin jeopolitik konumu, Türkiye’yi şimdilik buna mecbur kılmış olabilir. Ancak, bu durum sürdürülebilmesi zor ve hatta mümkün olmayan bir sürece dönüşebilir.

Bu nedenle de Türkiye, küresel ve bölgesel gelişmeleri dikkatle izlemelidir.

Türkiye, öncelikle bölünmez bütünlüğünü nasıl garanti edebileceğini hesaplamalıdır?

Gelişen şartlar, Türkiye’yi yeni bir tercih ile karşı karşıya bırakabilir.

Jeopolitik zaten tercihlerleler ilgilidir.

Türkiye için asıl mesele, doğru jeopolitik tercihi yapabilmektir.

Bu nedenle de Türkiye’nin gerçek akil adamları bu konuyu tartışmalıdır.

Yanlış bir tercih ise Marmara depremi etkisi yapabilecektir.

Asıl anlaşılması gereken ise kanımca budur…

Nejat Eslen

Odatv.com