TBB Başkanı Sağkan: Yargı paketi değil bağımsızlık ve tarafsızlık gerek

AİHM kararlarıyla ilgili Gazete Duvar’ın sorularını yanıtladı.

TBB Başkanı Sağkan: Yargı paketi değil bağımsızlık ve tarafsızlık gerek

TBB Başkanı Sağkan: Yargı paketi değil bağımsızlık ve tarafsızlık gerek

TBB Başkanı Erinç Sağkan, yargı bağımsızlığı, AYM’nin kapatılması çağrısı, HSK’nın yapısının değiştirilmesi önerileri ve AİHM kararlarıyla ilgili Gazete Duvar’ın sorularını yanıtladı.

Müzeyyen Yüce

ANKARA- Türkiye Barolar Birliği'nin 36. Genel Kurulu'nda başkan seçilen Erinç Sağkan, özellikle son yıllarda hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı tartışmalarının odağındaki Metin Feyzioğlu'nun 8,5 yıllık dönemine son verdi. Baroların büyük kısmında heyecan yaratan bu değişim, yeni dönemde TBB'den beklentiyi de artırdı.

TBB’nin yeni Başkanı Erinç Sağkan, Türkiye’deki yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı başta olmak üzere Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun yapısına, Anayasa Mahkemesi üzerinden yürütülen ’kapatma’ tartışmalarına ve Selahattin Demirtaş ile Osman Kavala hakkında uygulanmayan AİHM kararlarına ilişkin Gazete Duvar’ın sorularını yanıtladı.  

Türkiye Barolar Birliği, uzun zamandır tartışmaların odağındaydı. Bu görev değişimi ne anlama geliyor? Nasıl bir sonuç getirecek?
Geçen dönemki başkanın ‘ikinci dönemi’ olarak adlandırdığım son 4,5 yıllık süreçte avukatlık mesleği ekonomik anlamda tamamen bir kaosun içine sokulmuşken, avukatlar müvekkilleriyle özdeşleştirilip tutuklanırken, TBB’nin önceki dönem başkanı tüm bu sorunlara etkili yöntemi hayata geçirmek noktasında bir çaba sergileyemedi. Bunun son adımı ise baroların bölünerek parçalanması, temelde de yurttaşın güçlü bir savunma makamından mahrum kalmasını hedefleyen 'çoklu baro' yasası süreciydi. TBB’nin önceki dönem başkanı, bu süreçte baroların bölünmesini engellemek için barolarla birlikte mücadele etmek yerine maalesef ki bu yasasının mimarlarından olması bu 4,5 yıllık sürecin çok kısa bir özeti olarak ortaya çıktı. Bu süreci de avukatların TBB Genel Kurulu’nda bu yönetim anlayışına cevap vermesi ve değişim arzusunu sandığa taşıması olarak yorumluyorum.

’SAYIN BAKANA HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ NOKTASINDAKİ ENDİŞELERİMİZİ DİLE GETİRDİK’ 

Göreve seçildikten sonra Adalet Bakanı ile bir görüşmeniz oldu. Neler konuşuldu? Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan bir randevu talebiniz var mı? Olacak mı?   

Sayın Adalet Bakanı'ndan Ankara Barosu Başkanlığı sürecinde de her zaman randevu taleplerimize olumlu yanıt aldık. Bakanlıkla özellikle avukatların meslek sorunları ve bunlara ilişkin çözüm yöntemlerinin hayata geçirilmesi hususlarını konuştuk. Ve tabii ki hukukun üstünlüğü noktasındaki endişelerimizi dile getirdik. Yeni dönemdeki beklentilerimizi ilettik. Verimli bir görüşme oldu. Sorunların çözümü bir siyasi irade gerektiriyor. İlettiğimiz unsurlara ilişkin yürütülen çalışmaları yakından takip edeceğiz. Sayın Cumhurbaşkanı’ndan bu aşamada randevu talebimiz olmadı. Öncelikle taleplerimizi iletmemiz, bu sistem içerisinde Adalet Bakanı'yla mümkün. 

'ANKARA'DAKİ 'İKİNCİ BARO' İLE İLGİLİ SIKINTI TESPİT EDERSEK GEREĞİNİ YAPMAKTAN UZAK KALMAYIZ' 

Ankara'daki İkinci Baro'nun kuruluşunda yeterliliğini sağlayamadığı halde TBB'nin yeterlilik onayı verdiği öne sürülüyor. Siz de Ankara Barosu olarak dava açmıştınız. Yeni TBB yönetimi olarak inceleme başlattınız mı? 

İnceleme başlatıldı. Türkiye Barolar Birliği’nin kuruluş yetki belgesi verdiği işlemin hukuken geçersiz ve yanlış bir işlem olduğunu düşünüyoruz. Çünkü TBB, Kurucular Kurulu tarafından sunulan belgelerin sıhhatini kontrol etmek zorundaydı. Ancak verilen kuruluş yetki belgesi kararında bu incelemenin yapılmayarak ekli belgelerdeki unsurların gerçekliği konusunda cezai sorumluluğun Kurucular Kurulu'nda olduğu belirtilerek hiçbir işlem yapılmaksızın yetki verildiğini gördük. Oysa bu noktada hem hukuki hem de cezai sorumluluk TBB’nindir. TBB, bir başka yere bu sorumluluğu tevdi ederek bu noktadaki görevinden uzaklaşamaz. Ankara Barosu olarak bu davayı açtığımızda elimizde çok ayrıntılı inceleme yapma imkânı bulunmuyordu. Kurucu yetki belgesi verilen evrak ekindeki belgelerde yasal unsurlar noktasında bir sıkıntı tespit edersek gereğini yapmaktan uzak kalmayız.  

’YARGI PAKETLERİNE İHTİYAÇ YOK, YARGI BAĞIMSIZLIĞI VE TARAFSIZLIĞI SAĞLANMALI’ 

AK Parti ve Adalet Bakanlığı'nın 6. Yargı Paketi hazırlığı sürüyor. Çıkarılan 5 pakette yargıdaki sorunların çözümü noktasında bir ilerleme kaydedildi mi? Siz nasıl bir acil durum paketi öneriyorsunuz? 

Bu tür yargı paketleriyle, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığına ilişkin somut adımların atılmadığını çok iyi biliyoruz. Keza insan hakkı ihlallerinin önüne geçilemediğini de görüyoruz. Bizim asıl sorunumuz uygulama. Dönüp baktığımızda Anayasa Mahkemesi kararlarının ilk derece mahkemeleri tarafından tanınmadığı ya da AİHM kararlarının uygulanmaması için yasa dolaşılarak yöntemler arandığı ve bulunduğu bir düzende yasal düzenlemeler ile hak ihlallerinin önüne geçilmesinin mümkün olmadığını görüyoruz. Burada önemli olan niyettir. Niyetiniz gerçekten hukukun üstünlüğünü içselleştirmiş ve gücünü Anayasa’dan alan temel hak ve özgürlüklere saygılı bir kurumu hayata geçirmekse, yasal bir düzenleme ihtiyacımız bulunmuyor. Tek yapılması gereken yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını sağlamaktır.  

Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun yapısını siyasal iktidarların tahakkümünden ve müdahalesinden uzaklaştıracak bir sistemi hayata geçirmediğiniz müddetçe yapacağınız hiçbir yasal düzenlemenin -gerek yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı gerekse insan haklarını korumak anlamında - ne bugün ne de yarın bir anlamının olmayacağı açıkça görülmektedir.  Gerçekten hukuk devleti olmak ve insanı korumaksa amaç; yapılması gereken HSK’nin yapısını bağımsız kılmaktır. Bugüne kadarki yargı paketlerinde HSK’nin yapısına ilişkin hiçbir düzenlemenin söz konusu olmaması niyetin olmadığını gösteriyor.

’HÂKİMLER VE SAVCILAR KURULU, AYRI AYRI İKİ KURUL OLMALI’ 

Tam bu noktada da uzun zamandır Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun yapısının değiştirilmesi tartışması yürütülüyor. 2019 yılında eski Başkan Metin Feyzioğlu bile “HSK bugün değişsin, dolar 2 TL düşer” demişti. Siz nasıl bir HSK yapılanması öneriyorsunuz?  

Türkiye’nin içerisinde bulunduğu ekonomik sıkıntıların temelinde yurttaşların kendilerini hukuki bir güvenlik içerisinde hissetmemesi yatıyor. HSK’nin yapısının değiştirilmesi noktasında birçok yöntem önerilebilir. Öncelikle Hâkimler ve Savcılar Kurulu, ayrı ayrı iki kurul olmalı. Bu kurullarda TBB’den bir temsilcisinin mutlaka ama mutlaka bulunması gerekiyor. Adalet Bakanı'nın, bakan yardımcılarının HSK kurulundan çıkartılması da önemli. HSK üyelerinin Meclis’te gerek iktidar partisinin gerekse muhalefet partilerinin uzlaşma sağlayarak isimlerin belirlendiği bir sistem zorunlu. Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun yapısı ancak iktidarların baskısından uzaklaşabileceği bir sistemle kurgulanabilir.  

’AYM, BIRAKIN KAPATMAYI GÜÇLENDİRİLMESİ GEREKEN BİR YAPI’ 

Anayasa Mahkemesi (AYM) üzerinden de tartışmalar var. Bir yandan MHP lideri Bahçeli’nin AYM’nin kapatılması açıklamaları varken bir yandan da AYM’nin görevlerinin bir kısmının Yargıtay’a devri öneriliyor. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?  

Anayasa Mahkemesi, Türkiye’de hukuk sistemi içerisinde en önemli noktada yer alıyor. Aldığı kararlar temel hak ve özgürlüklerin korunması noktasında son derece belirleyici kararlar. Kaldı ki AYM kararları, imzacısı olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 90. maddesi uyarınca normlar hiyerarşisinde en üst noktada bulunması sebebiyle AİHM kararlarıyla da paralellik göstermek zorunda. Bu çerçeveden baktığımızda AYM, bırakın kapatılmayı, Türkiye’de bireyler olarak en başta devletten gelecek hak ihlallerine karşı güvencede hissetmek istiyorsak çok daha fazla güçlendirilmesi gereken ve tamamen bağımsız kılınması gereken bir yapı. Bunu sağladığımız an itibarıyla HSK’nin bağımsızlığını yitirmiş olması sebebiyle meydana gelebilecek zararların da bir müddet sonra ortadan kaldırılacağı bir yapı olarak ortaya çıkıyor. Bu kapsamda hem kanunların Anayasa’ya uygunluğu, denetimi hususundaki görevi hem de bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin korunması şeklindeki her iki ayrı görevinin çok önemli olduğunu söyleyebiliriz. Yani bırakın kapatılmasını çok daha güçlendirilmesi gereken yapı olduğu inancındayım.  

’AYM’NİN YETKİLERİNİ BAŞKA MAHKEMELERE DAĞITMAK YERİNE İŞ YÜKÜNÜ AZALTMAYA ODAKLANMALIYIZ’ 

AYM’nin bir kısım görevlerinin Yargıtay’a devri önerisine tavrınız nedir? 

Türkiye’deki hak ihlalleri azalırsa AYM’nin görevlerindeki ağırlık da azalacaktır. O yüzden ben AYM’nin görevlerini bir başka birime devrinden ziyade görevinin neden ağırlaştığının iyi okunması ve değerlendirilmesi gerektiği görüşündeyim. İfade özgürlüğünün yok sayıldığı, basın özgürlüğünün yok edildiği, Anayasa’da düzenlenen temel hak ve özgürlüklerimizin neredeyse her gün ihlal edildiği bir süreçte AYM’nin iş yükünün ağırlığı olacak. O yüzden mahkemenin iş yükünü başka yerlere dağıtmak yerine mahkemenin iş yükünü azaltmanın formülünü aramamız gerekiyor. Bu da temel hak ve özgürlüklere saygı duyulmasından geçiyor.  

’SAVCILIK VE SAVUNMA MAKAMI SİMGESEL OLARAK EŞİTLENMELİ’ 

Parlamenter sistem tartışmasında ele alınan bir diğer gündem başlığı da yargının üç sacayağı olan hâkim, savcı ve avukatın 'silahların eşitliği' ilkesi gereği simgesel olarak eşitlenmesi. Sizin bu konuda yaklaşımınız nedir? 

Mahkemelerde yargının üç sacayağının bulundukları simgesel pozisyonlara göre; 'silahların eşitliği' ilkesi uyarınca savcılık makamının yani sav makamının ve savunma makamının aynı seviyede olmaları yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı noktasında çok önemli. Kamu yetkisiyle donatılmış savcıların karşısında savunma makamının da güçlendirilmesi, vatandaşın yargılama noktasında hukuka güvenini artıracaktır. Çünkü karşısında bir kamu otoritesi var. O kamu otoritesi, yanına sav mekanizmasını da aldığında o birlikte görüntü vatandaşı hukuki güvenlikten çok uzak tutar. Tam da bu aşamada savunmayı güçlü kılacaksınız ki vatandaş “bir kamu otoritesi tarafından yargılanıyorum ama devlet benim yanıma güçlü de bir savunma mekanizmasını yerleştirmiş” desin. Bu algıyı yaratmadığımız müddetçe vatandaşın kendini yargılama esnasında hukuki bir güvenlik içerisinde hissetmesinden bahsedemeyiz.  

DEMİRTAŞ VE KAVALA KARARLARI: TÜRKİYE’NİN AVRUPA KONSEYİ’NDEN ÇIKARTILMASIYLA SONUÇLANABİLİR’ 

Türkiye’nin, Demirtaş ve Kavala hakkında verilen AYM ve AİHM kararlarını uygulanması ne anlama geliyor? Türkiye, Avrupa Konseyi tarafından bu kararların uygulanmaması gerekçesiyle takibe alındı. Orada beklentiniz nedir?  

Bu kararların uygulanmamasının Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nden çıkartılmasıyla sonuçlanabilecek kadar ağır sonuçları olur. Avrupa’dan tamamen uzaklaşmaktan bahsediyoruz. Bunun Türkiye’deki sosyal yaşantıdan ekonomik yaşantımıza kadar çok sayıda etkisinin olacağı da kaçınılmaz bir gerçek. Bu açıdan baktığımızda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları eleştirilmez değildir; hiçbir mahkeme kararı eleştirilemez değildir. Ancak kendi yasal mevzuatlarımızdan daha üst noktaya koyduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ve o sözleşmenin yaptırımlarını düzenleyen AİHM kararlarına uymamak söz konusu olamaz. O zaman Anayasa’yı tanımıyorsunuz demektir. Anayasa’mızda yazan “Türkiye bir hukuk devletidir” tanımı da çöpe atılmış demektir. “AİHM kararını tanımıyorum” demek politik söylem olabilir ancak yaşama geçirilmesi gerçekten bizim Anayasa'dan kaynağını alan bir hukuk devleti olmadığımızın çok açık ilanı demektir, sonuçları da çok ağır olacaktır. Bu sebeple AİHM kararını uygulama merci siyasetçiler değil mahkemelerdir.

’HSK’Yİ BAĞIMSIZ KILARSAK YARGI SİSTEMİNİ BAĞIMSIZ HALE GETİRMEK ÇOK KOLAY OLACAK’ 

Tüm bu öneriler, değişiklik talepleri ışığında yargı nasıl bağımsız, tarafsız hale gelir? 

Türkiye’deki birçok sorunun temelinde yargının bağımsız ve tarafsız olmaması yatıyor. Bu sorunların çözülmesi halinde ekonomi de dahil olmak üzere birçok alanda çok daha ileri gidecek bir Türkiye olacağını hep birlikte göreceğiz. Beş tane yargı paketi çıkartıldı, Yargı Reformu Strateji Belgesi ve İnsan Hakları Eylem Planı hazırlandı. Fakat hiçbirinin sokakta bizlere yansımadığını görüyoruz. Birincisi bu konudaki niyeti ortaya koymak, ikincisi de HSK’yi bağımsız kılmak gerekiyor. Bu iki unsur birleştiği anda Türkiye’de yargı sistemini bağımsız hale getirmek çok kolay olacaktır ama niteliğini artırmak çok kolay olmayacaktır. 15 Temmuz sürecinden sonra özellikle binlerce hâkim ve savcı adayının yazılı sınavdaki 70 barajının da kaldırılmasıyla liyakat unsuru yerine başka unsurlar gözetilerek mesleğe kabul edilmesi, staj dahi yapmadan bu mesleğe başlatılmaları çok büyük bir sorunu beraberinde getirdi. Bu sebeple yargı bağımsızlığını sağlayacak tedbirin yanında Adalet Akademisi tarafından düzenlenecek çok ciddi meslek içi eğitimlerle özellikle 15 Temmuz sonrası mesleğe başlayan hâkim ve savcıların çok ciddi bir eğitimden geçirilme zorunluluğu da önümüzde ciddi bir sorun olarak duruyor.

DUVAR