Ahmet Taşgetiren Tuzak

Yuval Noah Harari ismi Türkiye’de biliniyor.

Ahmet Taşgetiren Tuzak
Ahmet Taşgetiren

Ahmet Taşgetiren

Tuzak

Homo Deus’u okurken bir bölümü not almıştım. Bugün o notları sizlerle paylaşacağım. Kayıpların nasıl yeni kayıplar doğurduğunu, insanların kayıplara nokta koyamama psikolojisinin nelere yol açtığını çarpıcı biçimde anlatıyor.

Harari, “çelişkili gelse de, diye başlıyor, hayali hikayelerimiz için ne kadar çok fedakarlık yaparsak onlara o kadar tutunuruz….. Bu durum siyasette “Şehitlerimizin Kanı Boşa Dökülmedi” olarak karşımıza çıkar.” diyor. Örnek olarak da İtalya – Avusturya Savaşını veriyor. Şöyle anlatıyor:

İtalya 1915’te İtilaf Devletleri’nin yanında I. Dünya Savaşı’na katılır ve amacının Avusturya-Macaristan İmparatorluğu tarafından “haksızca” alıkonulmuş iki “İtalyan” bölgesi olan Trento

ve Trieste’yi “özgürleştirmek” olduğunu ilan eder. İtalyan siyasetçiler parlamentoda ateşli konuşmalar yaparken, tarihi düzelteceklerine ve antik Roma’nın ihtişamlı günlerine döneceklerine ant içerler. Yüz binlerce İtalyan askeri cepheye “Trento ve Trieste için!” nidalariyla gider. Bu işin çocuk oyuncağı olduğunu düşünürler.

Ne var ki olaylar hiç de bekledikleri gibi gelişmez. Avusturya-Macaristan ordusu İsonzo Nehri boyunca güçlü bir savunma hattı kurar. On bir kanlı çarpışma boyunca atağa geçmeye çalışan İtalyanlar en fazla birkaç kilometre ilerleyebilir ve savunma hattını delemezler. İlk karşılaşmada 15 bin, ikincide 40 bin, üçüncüdeyse tam 60 bin asker kaybederler. On birinci çarpışmaya kadar dehşet dolu iki yıl geçer. Caporreto Muharebesi olarak da bilinen on ikinci karşılaşmada Avusturyalılar karşı saldırıya geçer ve rahatça yendikleri İtalyanları neredeyse Venedik’in kapılarına kadar sürerler. İhtişamlı macera kanın gövdeyi götürdüğü bir kıyıma dönüşür. Savaşın sonunda neredeyse 700 bin İtalyan askeri hayatını kaybetmiş, bir milyondan fazlası yaralanmıştır.

İlk İsonzo çarpışmasını kaybeden İtalyan siyasetçilerin önünde iki seçenek vardı. İlki hatalarını kabul ederek bir barış antlaşması öne sürmekti. İtalya’dan bir talebi olmayan Avusturya- Macaristan İmparatorluğu çok daha güçlü bir rakibe, Ruslara karşı hayatta kalma savaşı vermekle meşgul olduğundan bu teklifi memnuniyetle kabul ederdi. Nasıl olur da siyasetçiler 15 bin askerin ailelerine, eşlerine ve çocuklarına, “Çok üzgünüz, bir hata yaptık. Genç Giovanni de Marco da bir hiç uğruna öldü, umarız anlayışla karşılarsınız, diyebilir? Bunu diyemezlerse başka bir seçenek olarak: “Giovanni ve Marco kahramandı! Trieste’nin İtalyan olabilmesi için canlarını verdiler, biz de bu fedakarlıklarının boşa gitmemesini sağlayacağız. Zafer bizim olana dek çarpışacağız!” demeleri gerekirdi. Hiç şaşırmayacağınız gibi siyasetçiler ikinci seçeneği tercih ettiler ve ikinci karşılaşmada 40 bin asker daha kaybettiler. Siyasetçiler “şehitlerimizin kanı boşa dökülmesin” diyerek tekrar tekrar savaşmanın en iyi seçenek olduğuna karar verdiler.

Ne var ki yalnızca siyasetçileri suçlamak yanlış olur. Kitleler de savaşı desteklemeye devam etti. Savaştan sonra İtalya talep ettiği toprakların tamamını elde edemeyince, İtalyan demokrasisi İtalyanların tüm fedakarlıklarının hak ettiği karşılığı bulacağına söz veren Benito Mussolini ve faşistlerini iktidara getirdi. Bir anne babaya oğullarının sebepsiz yere öldüğünü söylemek siyasetçiler için zorken, ebeveynlerin bunu kendilerine itiraf etmesi çok daha acı, kurbanlar içinse daha da ıstırap vericiydi. Bacağını kaybeden sakat bir asker, “Bacağımı kendisinden başka kimseye hizmet etmeyen siyasetçilere inanacak kadar aptal olduğum için kaybettim,” diye itiraf edeceğine, “İtalyan ulusunun bekası için kendimi feda ettim,” diyerek kendine telkin etmeyi tercih eder. Istıraba anlam verdiği için bir fanteziyle yaşamak gerçeklikten çok daha kolaydır.

……..İtalyan ulusunun şanı için çocuğumu ya da komünist devrime bacaklarımı feda ettiysem, tam da bu sebepten, fanatik bir İtalyan milliyetçisine ya da ateşli bir komüniste dönüşebilirim. Milliyetçi İtalyan mitleri ya da komünist propagandalar uydurmaysa çocuğumun ölümü ya da kendi sakatlığımın hiçbir anlamı olmadığını kabul etmek zorunda kalırım. Çok az insanın bunu itiraf edebilecek yüreği vardır.

Ekonomi de aynı mantıkla işler. 1999’da İskoç hükümeti yeni bir parlamento binası inşa etmeye karar verir. Asıl plana göre inşaat iki yılda tamamlanacak ve 40 milyon sterline mal olacaktır; ancak çalışmalar beş yıl sürer ve inşaatın maliyeti 400 milyon sterlini bulur. Müteahhitler her seferinde öngörülemeyen zorluklarla karşılaşır ve yeni masraflar çıkarır, İskoç hükümetinden sürekli daha fazla ödenek isterler. …….Hikaye kendini tekrar ederken masraflar ilk tahminlerin on katına çoktan ulaşmıştır bile.

Bu tuzağa sadece hükümetler değil özel şirketler de düşer ve başarısız yatırımlar yüzünden milyonlar batırırlar. Bireyler de mutsuz evliliklere ya da açmaza girmiş kariyerlerine tutunurlar.” (Homo Deus, s. 312-316)

Harari, insanların ve toplumların yakalandığı bu tuzağa kendince çıkış yolu önerir. Ben tuzağa dikkat çekmekle yetinmeyi tercih ettim. Çünkü tuzağı görebilmek başlı başına bir bilinç yükselmesini ifade ediyor.

AHMET TAŞGETİREN / KARAR