CHP Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu: Seçimde devlet iktidarı Erdoğan'dan devraldı

"Genel Merkez'in yukardan dayattığı adaylarla yerel seçimlere gitme lüksümüz yok"

CHP Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu: Seçimde devlet iktidarı Erdoğan'dan devraldı

CHP Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu: Seçimde devlet iktidarı Erdoğan'dan devraldı

"Genel Merkez'in yukardan dayattığı adaylarla yerel seçimlere gitme lüksümüz yok"

2023 seçimlerinin en büyük kaybedeni olan Cumhuriyet Halk Partisi'nde bir şeyler oluyor. Ya da biz bir şeyler olmasını umuyoruz ama aslında hiçbir şey olmuyor. Genel Merkez'de herkes karnından konuştuğu için de "değişim" lafıyla tam olarak ne kastedildiğini bir türlü anlayamıyoruz. "Değişim" jargonunun bayraktarlığını yapan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu genel başkanlık yarışına dair hevesini gizlemese de onun başka büyük dertleri var. Erdoğan iktidarı daha şimdiden İmamoğlu'nun önünü kesmeye dönük hukuk tuzaklarının taşlarını döşemeye başladı.

CHP içindeki dar alanda kısa paslaşmalar modeli pazarlıklar sürerken partiden zor sorulara içtenlikle yanıt verecek bir isim bulmak da güçleşti. Yılların CHP'lisi ve taze Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu'nu ararken açıkçası CHP'nin kendisinden ziyade Kürt meselesi açısından Erdoğan'ın yeni döneminin ne anlama gelebileceğini konuşuruz diye düşünmüştüm. Fakat Sezgin Tanrıkulu zora geldi ve seçimler sonrasında partisine dönük özeleştiri veren herkesi geride bırakacak açıklıktaki görüşlerini paylaşmaktan kaçınmadı.

2010 yılında CHP'ye katılan Diyarbakır eski baro başkanlarından Tanrıkulu, son seçimlere kadar hep İstanbul'dan aday gösterilmişti. Bu kez Diyarbakır'dan aday gösterilince siyaseti yakın takip edenler "Acaba Genel Merkez, Tanrıkulu'nu gözden mi çıkardı?" diye düşünmeden edemedi. Zira CHP son 20 senedir Diyarbakır'dan milletvekili çıkartamıyordu. Dahası Tanrıkulu'nun kendisi dahi milletvekili listelerinin YSK'ya teslim edileceğine güne kadar Diyarbakır'dan aday gösterileceğinden habersizdi. Bu gerçeği de muhtemeldir ki bu söyleşide öğreneceksiniz.

Tanrıkulu'nun sonuçta neredeyse hiç Genel Merkez desteği almadan kişisel ilişkileriyle yürüttüğü kampanya sonucu seçildiğini anlıyoruz. Kampanyası için Kardeş Türküler'e hazırlattığı Kürtçe şarkıyı da büyük olasılıkla ilk kez bu söyleşi sayesinde duyacaksınız. Şimdilerde Diyarbakır düğünlerinde gençler o şarkı eşliğinde halay çeker olmuş. Aşağıya ses dosyasını bırakıyorum.

Tanrıkulu'nun bu söyleşide anlattıkları nedeniyle CHP Genel Merkezi'nde kaşların kalkacağını tahmin etmek güç değil. Genel Merkez'de kimsenin yeteri kadar ilgilenmediği Diyarbakır'dan sade bir milletvekili olmanın sağladığı bir özgürlükle ama daha çok da yılların özgüveniyle konuştuğunu gözlemledim. Partisine dönük eleştirileri kadar, hatta belki de onlardan daha çok devletin 2023 seçimlerinde iktidarı Tayyip Erdoğan'dan devraldığı tespitini önemsedim.

"'Neden Abdüllatif Şener'le gibi bir şahsiyetle aynı sırada oturmuşum' dedim, berbat hissettim"

- Aslında bu söyleşide daha ziyade Kürtlerin 2023 seçimleri sonrasındaki psikolojisini konuşmak istiyorum. Ancak CHP içi siyaset açısından önemli gelişmeler var es geçemeyeceğimiz. Bir de tuhaf bir şey oldu geçtiğimiz günlerde. Abdüllatif Şener'in oyunun rengini açıkladı sonra da tepkiler üzerine anlaşılması daha güç şeyler söyledi. CHP seçmeni bunun üzerine büyük bir hezeyan yaşadı. Siz kendisi bir televizyon kanalında o ilk açıklamayı yaparken bir diğer kanalda canlı yayındaydınız. Ne hissettiniz duyduğunuzda?  

Beş yıl parlamentoda birlikte milletvekilliği yaptık. Partinin birçok ortamında beraber olduk.

Sohbetlerimiz oldu. Sonuç itibariyle saygı duyduğumuz bir milletvekiliydi. Parti de kendisine çok değer verdi. Şu önemlidir, bütçe döneminde Plan Bütçe Komisyonu'nda parti adına konuşmak. 30 dakika falan parti adına konuşmak öyle herkese nasip olmaz. Ve kendisi parti adına konuştu. Ben duyduğum anda bir televizyon yayınındaydım, şok oldum ve kendimi çok berbat hissettim. Nasıl bir siyasetçi kendini ve partiyi bu duruma düşürebilir? Bunu yaparken ne düşünebilir?

Daha kötü olan şey şu, yani Kemal Bey'le çok yakın bir dostluğu da var ve Kemal Bey'in aday olduğu seçimde Kemal Bey'e oy vermiyor. Ve o turda kazanmayacak bir aday olan Sinan Oğan'a oy veriyor. Yani bunu nasıl yapar? İnanılmaz bir şey gerçekten. Hangi öfke, hangi kızgınlık ya da hangi siyasi davranış bunu açıklar? Onu gerçekten bilemiyorum. Başbakan Yardımcılığı, Maliye Bakanlığı yapmış bir siyasetçi nasıl kendini bu duruma düşürür? Bu davranışa girebilecek kadar neye öfkelenmiş olabilir? İnanın bilemiyorum. Duyduğumda kendimi hakikaten de berbat hissettim. Nasıl ben böyle bir şahsiyetle aynı sırada oturmuşum?

"Kimsenin siyaset kurumunu bu duruma düşürme hakkı yok" 

- CHP seçmeninde zaten Şener'in açıklamasına kadar daha önce Tayyip Erdoğan ile yol yürümüş, İslamcı siyasetten gelen üç siyasi partiye CHP listesinden 39 milletvekilliği verilmiş olmasının rahatsızlığı vardı. Bu partilerin ve liderlerinin yeterince kuvvetli kampanya yapmadığı eleştirisi sıkça yapılıyordu. Bir de üzerine yine muhafazakâr siyasetten transfer edilmiş olan Abdüllatif Şener vakası yaşanınca öfke büyüdü.  

Yurttaşlar gözüyle bakıyorum da siyaset kurumuna güveni bu kadar sarsan bir şey olamaz.

Kimsenin siyaseti böyle bir noktaya taşıma hakkı yok. Seçmenin düşürüldüğü durum son derece kötü. "Bizi bu güvenilmez adamlar mı yönetecek?" sorusuyla baş başa kaldılar. 

"Altı liderle çok dağınık görüntü verildi; Türkiye'de seçmen karşısında tek muhatap istiyor" 

- Seçim sonrasındaki tablo şunu ortaya çıkardı; 2014'ten beri Erdoğan her aday olduğunda yüzde 52, karşısındaki aday yüzde 48 aldı. Yani aslında bu kadar büyük bir toplumsal enerjiye rağmen Millet İttifakı o yüzde 48'in üzerine çıkamadı. Bunun temel sebebi nedir sizce?

Çok çok dağınık bir görüntü verildi. Altı lider, yedi cumhurbaşkanı yardımcısı denildi. Onlar arasındaki uyumun ne kadar hayati olduğu hesaplanmadı. Bunun siyasi iletişimi yapılamadı. İki büyükşehir belediye başkanının o yönetim yapısına neden dahil edildiği anlatılamadı.

Türkiye'de seçmen bu kadar dağınık bir yönetim biçimine güven duymaz. Nitekim güven duymadı. Adalet ve Kalkınma Partisi ve liderliğinin en zayıf olduğu zamanda, bu kadar yıpranmışlığa ve yaşanan bu kadar ağır ekonomik krize, adalete ilişkin zalimliklere, yoksulluğa ve işsizliğe rağmen Erdoğan yüzde 52 alabildi. Bunun sebebi Kemal Bey'in adaylığından ziyade altı siyasi partinin birlikte verdiği dağınık görüntüdür bana göre. Türkiye'de seçmen, karar verme süreçlerinin daha hızlı olduğu bir model tercih ediyor. Karşısında tek muhatap istiyor. Ben uzun zamandır partinin organlarında görev yapmıyorum. Dolayısıyla o karar alma süreçlerinde bir rolüm olmadı. Bu seçim sürecinde sadece milletvekili adayı olarak çalıştım. Ama sokakta gördüğüm, vatandaştan aldığım geri dönüşlerde bunlar hep vardı.

"İttifakı yerelde başkan adayları sağlamalı"

- '50+1 siyaseti' ister istemez seçim ittifaklarını zorunlu kılıyor. Adalet, Kalkınma Partisi dahi 21 yıllık iktidara ve devletin bütün gücünü kendi siyasi hedefleri için seçim kampanyalarında kullanıyor olmasına rağmen ittifak yapmadan '50+1'i bulamıyor. Yerel seçimlerde de büyükşehirler açısından ittifakların önemi devam ediyor. Ancak hem HDP hem İYİ Parti'den gelen sesler ortada, hem de Altılı Masa'daki üç küçük partinin katkıları tartışılıyor. Yerel seçimlere CHP ittifak modeliyle gidebilecek mi?

Tabii, bu seçimi kaybetmiş olmamızın büyük bir dezavantajı var. Belediye başkanlığı sonuçta kendi içinde bir başkanlık seçimidir. Yani bulunduğumuz her yerde salt çoğunluğu almak durumundayız. Dolayısıyla da özellikle büyükşehirlerde bu ittifak yapısının en azından seçmen tabanında korunması lazım. Ben şöyle düşünüyorum; Belediye Başkanlığı seçimlerinde yerelde gösterdiğiniz adayın kampanyasına daha çok bakılır ve etkili olur. Bahsettiğim ittifakı yerelde sağlayabilir başkan adaylarımız. Yani yukarıdaki bir birliktelikten daha çok, aşağıda başkan adaylarının o ittifakı sağlaması üzerine bir model. Bu başarılamaz değil ama zorluğu var. İşte İstanbul'u ele alırsak… İYİ Parti yüzde 8, HDP yüzde 8 civarında oy aldı. Bu iki seçmen tabanına da hitap edecek, onların oyunu alabilecek bir yapının ortaya çıkması lazım. Bu yukarda tasarlanamaz, Genel Merkez'de tasarlanamaz. Bunu yerelde kim adaysa o tasarlamalı. Zaten İYİ Parti'nin kurultayında ortaya çıkan tablo ve diğer siyasi partilerin kurultay süreçleri böyle bir tasarımı zorunlu kılıyor.

"Genel Merkez'in yukardan dayattığı adaylarla yerel seçimlere gitme lüksümüz yok"

- Peki bugüne kadar CHP içerisindeki aday belirleme süreçleri böyle mi oldu ki? Bizim görebildiğimiz kadarıyla yerel yönetimlerdeki adaylar da milletvekili adayları da hep Genel Merkez tarafından belirlendi. Bu sefer neden farklı davransın Genel Merkez?

Şimdi öyle bir lüks yok. Genel Merkez'in yukarıdan dayattığı adaylarla seçime girme şansımız yok. Seçmende bunun karşılığı olmaz. Bakın seçimlere sekiz ay kalmış. Ve sonuçta yenilmişiz. Bu seçimler için "100 yılın seçimi" demişiz, ikinci yüzyıla girerken "yeni bir demokrasi inşası" demişiz, "bahar gelecek" demişiz, "endişe etmeyin" demişiz. Seçmenlere büyük bir Türkiye hedefi ortaya koymuşuz. Böyle büyük vaatlerle seçime girmişiz ve kaybetmişiz. Adalet ve Kalkınma Partisi'nin en zayıf olduğu zamanda, Erdoğan'ın en zayıf olduğu zamanda kaybetmişiz. Dolayısıyla seçmende sekiz ay sonraki seçim içinde bir umutsuzluk var. Aynı zamanda bir güvensizlik var, öfke var. Ve seçim sonrasında yönetememişiz, onun siyasal iletişimini yapamamışız. Bir B planımız, C planımız yokmuş. 14 Mayıs'ta işin ikinci tura kalabileceğini hesaplamamışız mesela. Veya 28 Mayıs'ta eğer seçimi kaybedersek bunun siyasi iletişimi nasıl olacak onu da hesaplamamışız. Seçmenin bu öfkesini ve umutsuzluğunu derinleştirmemek adına nasıl bir siyasal iletişim yapılacak hesaplanmamış.

"Sanki CHP seçime girmiyormuş gibi bir hava yaratıldı"

- "B planımız, C planımız yokmuş" derken birinci tur ile ikinci tur arasını kastediyorsunuz heralde değil mi? Çünkü dağınıklık o noktada başladı.

Ben kendimden örnek vereyim; Diyarbakır'daydım ve seçim ikinci tura kaldı. Yeniden reklam kampanyası yapılması lazım. CHP'nin yeni reklam afişleri ancak 28 Mayıs'tan üç dört gün önce Diyarbakır'daki panolara asıldı. Seçmenler nerdeyse "Kemal Bey seçime girmiyor mu?" sorusunu soracak noktaya geldiler. Bu sadece Diyarbakır'a özgü değildi. Bütün seçim çevrelerinde yaşandı. Ama Erdoğan'ın afişleri 15 Mayıs'ta yeni sloganlarla asılmıştı. Hemen ilk turun ertesi günü. Bu şu demek; bütün oralar önceden kiralanmış, posterler afişler önceden basılmış, afişlerde söylenecek sloganlar belirlenmiş. Erdoğan'ın amacı zaten seçimi ikinci tura bıraktırmaktı. Buna göre de B planı yapılmış. Yoksa o afişler seçimin hemen ertesi sabahı nasıl gelir de panolara astırılır?

Ayrıca şöyle bir şeyi de söyleyeyim; bu seçime CHP girmiyormuş gibi bir hava vardı. Bu seçime sadece Kemal Bey giriyor, Kemal Bey'in cumhurbaşkanlığı seçimi gibi kurgulandı. CHP için, TBMM seçimleri bir kampanya yapılmadı. Cumhurbaşkanlığı seçimi üzerine kurulu bir kampanyaydı. Yani milletvekili seçimleri bakımından söylüyorum. Siyasal iletişimin sadece Kemal Bey üzerinden yapılmış olması, parti seçime girmiyormuş gibi bir hava yaratılmış olması da bence kampanyanın zaaflarından biriydi. O yüzden de ittifak ve ortak listelerimize rağmen parti olarak yüzde 25 aldık.

"Vekil listelerinde Genel Başkanımızın sorumluluğu sekiz arkadaşa yüklemesi doğru olmadı" 

- Seçimin tamamen Kemal Bey'in seçimi olarak kurgulanmasının bir hata olduğunu kabul ediyorsanız, Kemal Bey'in milletvekili listeleri oluştururken kullandığı yöntemin de hata olduğunu kabul ediyor musunuz? 

Parlamento aritmetiği nasıl yapıldı, diğer siyasi partilerle ne konuşuldu gerçekten de o bilgiye sahip değilim. Fakat partide bu süreç için MYK içerisinde sekiz kişilik bir komisyonun kurulduğunu ve bu süreci yönettiğini biliyoruz. Arkadaşlarımız belki etik açıdan bir yanıt veremezler ama Genel Başkanımızın bütün sorumluluğu bu sekiz arkadaşımıza yüklemiş olması da bence doğru bir yaklaşım olmamıştır. Sonuçta ortaya çıkan tablo CHP örgütünü, üyelerimizi ve seçmenimizi memnun eden bir tablo değil.

"AKP ile anayasa masasına kesinlikle oturulmaması lazım" 

- Şimdi bu Kemal Bey'in onayıyla çıkan milletvekili listesi sayesinde son derece kritik bir meclis aritmetiği ile karşı karşıyayız. Bir kere partinizin milletvekili sayısı bir önceki döneme göre daha az. Dahası, Erdoğan'ın anayasa değişikliği için sizin sayenizde meclise giren Saadet, Gelecek ve DEVA'nın kapısını çalma ihtimali çok kuvvetli. Hatta belli konularda onları ikna da edebilir gibi duruyor.

Anayasayı referanduma götürme sayısı kritik bir eşikte. O orana ulaşırlar ulaşamazlar mı bilemiyorum. Ama zaten meclisi yönetme konusunda Milliyetçi Hareket Partisi'yle birlikte salt çoğunlukları var. Erdoğan anayasayı değiştirmek için referanduma gitme noktasına gelir mi gelmez mi onu önümüzdeki günlerde göreceğiz.

- Siz böyle bir eğilim görüyor musunuz?

AKP ve Erdoğan hemen ertesi gün yeni dönemin siyasi iletişimi kurdular, yeni sözler söylemeye başladılar. "Sivil anayasa" diyerek yeni bir siyasi dil kuruyorlar. Kendisi, danışmanları, Devlet Bahçeli, hepsi. Ben şahsen Adalet ve Kalkınma Partisi'yle hiçbir biçimde yani anayasa masasına oturtulmasına kesinlikle karşıyım. Bu benim kişisel görüşüm. 

"Bizim listemizden meclise girenler Erdoğan ile aynı masaya oturursa o da bizim ayıbımız olur"

- Neden oturmamalı CHP anayasa masasına?

Mevcut anayasayı uygulamayan bir siyasi partiyle yeni bir anayasa için ne konuşacaksınız ki? Niye söylüyorum bunu? Mevcut anayasanın özgürlüklere ilişkin hiçbir maddesi şu anda uygulanmıyor. Önce bunu bir uygulayın. Bu darbe anayasasına en çok biz karşı çıktık. Ama beğenmesek de özgürlüklerle ilgili hükümleri uygulansa o bile şu şartlarda önemli.

İşte Cumartesi Anneleri yanı başımızda, Anayasa Mahkemesi kararı var toplantı ve gösteri yürüyüşüne "hak" diyen. AKP iktidarı bu Anayasa Mahkemesi kararına rağmen cumartesi insanlarını gözaltına aldırtıyor. Can Atalay artık milletvekili ve anayasaya göre tahliye edilmesi gerekiyor. Ama Erdoğan istemediği için tahliye edilmiyor. Çünkü Gezi Davası Erdoğan'ın kendine bir mağduriyet biçmeye çalıştığı alan. "Yok efendim bana darbe yapmak istediler" türünde bir mağduriyet hikayesi için Osman Kavala'ya iddianame yazdı. Bizzat onun yazmasına gerek yok. O siyasi dili kuruyor, onun üzerine durumdan vazife çıkartan savcılar iddianameyi yazıyor. Hâkim de mahkumiyeti veriyor. İşlerin böyle yürüdüğü bir ortamda yeni anayasa yapsanız ne anlamı olacak? Bu anlayışla ülke yöneten bir siyasi anlayışla anayasa masasına mı oturulur? Ama işte bizim listemizden meclise giren diğer partilerdeki 39 vekil böyle bir ortama rağmen gidip Erdoğan ile aynı masa etrafında toplanırsa o da o da o da bizim ayıbımız olur.

"Bu kadar kötülüğü ülkesine reva gören bir lider bugün birden neden iyi bir şey getirsin? Polyannacılığın anlamı yok" 

- Şu noktada CHP seçmeninde gözlemlediğim güvensizliği tekrar hatırlatmak isterim. "Yarın Erdoğan ile beraber hareket ederlerse bizim ayıbımız olur" diyorsunuz ama o zaman iş işten geçmiş olacak. Bunun bir faturası olmaz mı CHP'ye?

Sonuçta bir ittifakla seçime gittik. Bu ittifakın ortaklaştığı değerler vardı ve ortak aldığı kararlar vardı. Onların başında Adalet ve Kalkınma Partisi ve liderliğinin adalet alanında yarattığı tahribatın giderilmesi vardı. Bu tahribat bugün devam ederken, mevcut anayasa uygulanmazken, "Biz iyi şeyler getirirlerse anayasa masasında oluruz" demek siyaseten kabul edilemez bir şeydir. Erdoğan bu ortam içerisinde nasıl daha iyi bir şey getirebilir? Bu kadar kötülüğü ülkesine reva gören bir lider neden bugün birden iyi bir şey getirsin? İyimser olmanın, Polyannacılığın anlamı yok.

"2016'ya kadar partide Kemal Bey'e Genel Başkanlık yaptırmadılar"

- Biraz önce son seçime dair karar alma süreçleriyle ilgili bir bilginizin ve daha önemlisi dahilinizin olmadığını söylediniz. Bir dönem parti genel başkan yardımcılarından biriydiniz. Sanki son dönemde Genel Merkez'den epey uzaklaştırıldınız. Hatta Diyarbakır'dan aday gösterilmeniz bile bende ve birçok çevrede "Genel Merkez acaba seçilmesini istemiyor mu?" duygusu yarattı.

O mekanizmanın, karar alma süreçlerinin tamamen dışındayım. 2015 Haziran seçimlerinde ben Genel Başkan Yardımcısı'ydım ve Genel Başkan'ın metinlerinin hazırlanmasının sorumlularından bir tanesi bendim, hatta nerdeyse tek sorumlusuydum. Haziran 2015 CHP'nin yaptığı en başaralı kampanyaydı. Ve Adalet Kalkınma Partisi iktidardan düştü. Tek başına iktidar olamadılar. Bizim kampanyamız o açıdan başarılı olmuştu. Ben o kampanyanın bu ayağını sıfır bütçe ve iki doktora öğrencisiyle yürüttüm. Genel Başkan'ın günlük konuşma metinleri o iki doktora öğrencisi tarafından yazıldı, sürekli benim kontrolümden geçti ve öyle Genel Başkan'a gitti. Demem odur ki inanmış insanlarla çok büyük bütçeler olmayanda çok şey yapılabiliyordu. Ben şimdi yaklaşık sekiz yıldır karar alma süreçlerinin dışındayım.

Şunu da söylemeliyim; 2011'den 2016'ya kadar Genel Başkan'a neredeyse genel başkanlık yaptırılmadı. Biz o zaman bazı arkadaşlarımızla birlikte partinin bütün eziyetini çektik. Devamlı olağanüstü kurultay süreçleri yaşandı ve Kemal Bey partinin içiyle uğraşmaktan önünü göremedi. Tüzük kurultayları oldu, imzalar toplandı, bunlarla uğraşıldı. Kemal Bey ancak 2016'dan itibaren Türkiye için bir vizyon kurmaya ve partiyi daha geniş kesimlere açma konusunda odaklanabildi. Ama o süreçte de biz olamadık işte. Ben bu seçimde Diyarbakır'dan aday gösterildim. Parti Meclisi ve MYK öyle karar verdi. Yani isterdim ki önceden haberim olsun mesela.

"Son güne kadar Diyarbakır'dan aday gösterileceğimden haberim yoktu"

- Haberiniz yok muydu?

Listelerin YSK'ya teslim edileceği gün haberim oldu. Bana seçimden iki üç ay önce "seni bölgeden aday yapmak istiyoruz" bunu çalışmasını yap denebilirdi. Ben de çok daha önce çalışmaya başlardım. Bu pek çok aday için geçerli.

- O güne kadar İstanbul'dan mı aday gösterileceğinizi sanıyordunuz?

Tabii ki aday olmadan önce "başvuru yapalım mı, yapmayalım mı?" diye Genel Başkanımıza hep sorarız. Ben bundan önceki süreçte de hep sormuştum. Bu sefer de sordum. Kendisi de "başvurunu yap" deyince ben de İstanbul'dan başvurumu yaptım. Ama listelerin teslim edileceği gün Parti Meclisi kararı ile Diyarbakır'dan aday gösterildim. İki milyon nüfuslu bir il Diyarbakır; 1 milyon 200 bin seçmen, 17 ilçe ve 1000 köy var. Sadece 30 günde kampanya yapmak durumunda kaldım. Zaten en başta İstanbul'da lojistik -fotoğraf vesaire- koordine etmekle geçti. Reklam afişi tasarlatmak ve daha birçok şey bu kısa sürede yapıldı.

- Sizin şahsınızda yaşanan CHP'nin genel olarak 2023 seçimlerine ne kadar dağınık biçimde gittiği konusunda çarpıcı bir örnek olmuş. Size özel değil genel bir durum olduğu kanaatime katılır mısınız?

Diyarbakır'da ben seçime 12 gün kala kendim için bir kamuoyu şirketine araştırma yaptırdım durum nedir bileyim diye. Hadi adını da vereyim; Aksoy Araştırma yaptı. Ben bu kadardır siyasette olan ve tanınır olan bir yüz olmama rağmen CHP seçmeninin yüzde 25'i, AKP seçmenin yüzde 50'si, HDP seçmeninin yüzde 35'i benim CHP'nin Diyarbakır adayı olduğumu bilmiyordu.

"Genel Merkez'in kampanya müziklerinden farklı şarkıyla kürtçe kampanya yaptım"

- E o saatten sonra ne yaptınız da seçilebildiniz?

Yerel gençlerden TikTok fenomenlerini bulduk. Her tarafı afişlerle donattık. Araçlarımız daha sık tur atmaya başladı. Bütün panolara, bilboardlara daha sık değişen afişler koymaya çalıştık. Dostlardan rica ettim, daha çok televizyona çıktım. Mesela Diyarbakır'da Fox TV, Halk TV, Tele 1, Artı TV çok izlenir. Rica ettim, orada sabah programlarına çıktım. Daha fazla görünür olmaya çalıştım yani. Ama daha önceden haberiniz olsa, bütün bunları daha farklı bir şekilde planlayabilirsiniz. Bir de seçim şarkısı yaptırdım. O anons arabaları dönüp dolaşırken ne çalacak? Şarkı şimdi düğünlerde gençlerin halay şarkısı oldu. Ben Diyarbakır'ın dokusuna uygun bir şeyler hazırlatmak istedim. Diyarbakır'da Genel Merkez'imizin kampanya müziklerinden apayrı bir şarkıyla kampanya yaptım. Çünkü Diyarbakır'ın sosyolojisine hitap eden bir şey olmalıydı ve tabii Kürtçe olmalıydı. Adalet Kalkınma Partisi de mesela oralarda Kürtçe şarkıyla kampanya yapar, Kürtçe propaganda yapar.

- 21 yıldır iktidar olduğu Türkiye'nin parlamentosunda Kürtçe kayıtlara "bilinmeyen dil" olarak geçiriliyor ama kendisi Kürt illerinde Kürtçe şarkıyla kampanya yapıyor öyle mi?

Evet, AKP adayları Kürtçe konuşulan illerde Kürtçe propaganda yapıyor. Erdoğan'ın propaganda sözlerini panolara Kürtçe yazıyorlar. Hala böyle.

- Ama siz Kemal Bey'inkinden farklı bir kampanya tercih ettiğinizi anlatıyordunuz. Nasıl bir farkı vardı sizin kampanyanızın?

Evet, o gerekiyordu. Telif haklarını ödeyerek Kardeş Türküler'e Kürtçe bir şarkı yaptırdım. Türkçe seçim şarkım da var; onu da sözlerini esaslı bir dostum olan İbrahim Karaca yazdı, Diyarbakırlı yerel sanatçılar seslendirdiler. Bunlar olmadan yerelde kampanyayı tutmak öyle kolay değil.

- Bundan 10 sene önce, 15 sene önce Adalet Kalkınma Partisi'nin Kürt seçmen nezdinde heyecan yarattığı zamanlar oldu. Özellikle çözüm sürecinde bölgede pozitif kampanyalar yaptılar. O zamanlar yüksek sayıda vekil çıkartmaları da doğaldı. Peki ya bugün?

2015 Haziran seçimlerinde AKP Diyarbakır'dan sadece bir milletvekili çıkarabilmişti. Sadece Cevdet Yılmaz çıkmıştı. 2015 Kasım seçiminden beri ise AKP'nin Diyarbakır'da hep üç milletvekili var. Bu sefer de Diyarbakır'da 200 bin civarında oy aldılar. Bölge nezdinde bakarsak Kürtlerin son 21 yılda gördükleri zulüm neredeyse son 40 yılın toplamından fazla ama AKP hala bu oyu alıyor bugün. Çünkü AKP'nin oluşturduğu bir sosyolojik taban var ve o Diyarbakır'da bile kırılmıyor.

"Cevdet Yılmaz göreve atandı, dört gün sonra Ümraniye'de Kürtlerle toplantı yaptı" 

- Cevdet Yılmaz'ı hatırlatmanız çok iyi oldu. Çünkü o da enteresan bir durum. Bu kadar mukaddesatçı ve muhafazakâr bir yapı içinde Erdoğan gidiyor ve bir Kürt'ü cumhurbaşkanı yardımcısı atıyor. Dikkat çektiğiniz adalet, özgürlükler gibi alanlarda hiçbir değişiklik yaptığı yok, olmayacaktır da muhtemelen. Ancak kabinedeki atamalarla "değişiyorum" mesajı verdi. Ve bu kimileri tarafından satın alındı sanki.

Aynen öyle, bunlar tesadüf olan şeyler değil. Bu bir siyasal akıl. Şunu söyleyeyim; Erdoğan'ın dalga boyuyla mücadele etmek zordur. Pragmatist bir lider. Sonuç itibariyle neyi gördü? Bakın seçim akşamı daha Kısıklı'da "İstanbul seçimleri" dedi. Cevdet Yılmaz göreve atandı ve daha dördüncü gününde İstanbul'a geldi Ümraniye'de Kürt kanaat önderleriyle, iş adamlarıyla falan toplantı yaptı. Erdoğan uzak kaldığı seçmen kitlesine ulaşmak için hamleler yapıyor. Biz uzak kaldığımız kitlelere ulaşmak için ne yapıyoruz bugün? Hiçbir şey. Bizim Kürt seçmenle yerel seçim bazında ayrı bir ilişki kurmamız lazım.

Önümüzde şöyle bir sorun var şimdi; kaybedilmiş bir cumhurbaşkanlığı seçimi var ama diğer yandan da yıllardan sonra belediyesini aldığınız kentler var elinizde. İstanbul, Ankara, Adana, Mersin, Antalya, Aydın…Bunun iletişimi bugünden yapılmalı. Ama benim gördüğüm kadarıyla şu anda Genel Merkez'imiz tarafından başlatılan yönetilen bir strateji yok maalesef. Eğer gizli bir çalışma yapılmıyorsa bizim bilmediğimiz.

"Erdoğan'ın hedefi Kürt seçmeni CHP'den uzaklaştırmak"

- Erdoğan'ın Kürtlerle ilgili stratejisine dönelim…Cevdet Yılmaz ve dört Kürt bakana kabinede yer veriyor, öbür taraftan HÜDA-PAR'la ittifakı devam ediyor. Bu dönemde Kürt meselesine ilişkin tavrı ne olacak sizce?

Bana kalırsa şu an için Erdoğan'ın büyük hedefi CHP ile iletişimde olduğu Kürt seçmeni birbirinden uzaklaştırmak. Erdoğan'ın 2024 yerel seçim stratejisinin şu olacağını düşünüyorum; Kürtlere "Tamam bana oy vermeyin ama CHP'ye de vermeyin" diyecek. Tabii pragmatist olduğu için pozisyonu değişebilir ama ben bugünden bakınca bunu görüyorum. Sadece bunun üzerine kurabilir söylemini. O nedenle biraz önce yerelde başkanlar üzerinde yürüyecek bir kampanya çok daha fazla önemli olacağını ifade ettim.

- Erdoğan Kürtlere "Tamam bana oy vermeyin ama CHP'ye de vermeyin" derse bu Kürt seçmen nezdinde çalışır mı? Ya da şöyle sorayım; bu tür bir söylem bir kesim Kürt seçmen nezdinde etkili olursa neden olur?

Olabilir. 2019'da İstanbul'daki ikinci seçim öncesinde Kürtler arasında şu çizgiyi savunanlar vardı; "Bu bizim seçimimiz değil, biz bu işe müdahil olmayalım". Bugün bu çizgi Kürt hareketi içerisinde daha etkin hale gelir mi gelmez mi bunu önümüzdeki günlerde göreceğiz. Ben tüm bunların belediye başkan adaylarına ve onların kampanyalarına bağlı olacağını düşünüyorum. Ama şunu da ifade edeyim, 28 Mayıs öncesinde Ümit Özdağ ve Zafer Partisi ile yapılan protokol bölge insanında büyük bir rahatsızlık yarattı. O rahatsızlığın sandığa bir nebze yansıması da oldu. İlk turla ikinci tur arasında katılım oranı açısından yüzde 5 fark var Diyarbakır'da. Bütün bölgede en az yüzde 5 fark var iki turun katılım oranları kıyaslanınca. Katılım oranlarını konuşurken şuna da bakmak lazım; Türkiye'nin her yerinde katılım oranı yüzde 89 iken yüzde 87 iken, bölgede yüzde 80, hatta daha az. Çünkü bölgede çok insan bölge dışındaki yerlerde çalışıyor, üretime başka yerlere katılıyor. Bölgedeki on binlerce insan mevsimlik işçi. Bölgedeki katılım oranı üretimden uzak olmanın, geri bırakılmışlığın da bir simgesi. O insanlar bayramda geldi ilk tura kaldı sonra işlerine döndüler. Bir daha da seçime gelme motivasyonları olmadı ya da paraları olmadı.

"Kritik şehirlerdeki adaylarımız kurultay beklenmeden açıklanmalı"

- Erdoğan yerel seçimlerde Kürt seçmene "Bize oy vermezseniz bile CHP'ye de vermeyin" diyerek Kürt seçmeni CHP'den kopartmayı hedefleyecekse…bu tespit tersten okuyunca bize başka bir şey daha söylüyor. Erdoğan'dan 2024 yerel seçimlerine kadar Kürt sorununun demokratik çözümü konusunda bir hamle beklemiyorsunuz. Doğru mu anlıyorum?

Kürtleri bu kadar düşmanlaştırmışken onu nasıl yapacak? Öte yandan Kürtler arasında AKP çizgisine yakın duran bir kesim konuştuğumuz gibi hep oldu. Bir de bu seçimlerde HDP'nin oylarında bir düşüş oldu. Onlar kendi içlerinde çok ciddi bir sorgulama sürecine girdiler. Bizden çok daha hızlı ve çok daha doğru biçimde yapmaya başladılar bunu. O özeleştiri sürecini başlattılar. Şimdi bakacaklar bu sefer de bir aday çıkarmayıp başka aday desteklemenin kendilerine maliyeti ne olur. Ben o yüzden ısrarla büyük şehirlerdeki adayımızın kimler olacağı çok önemli diyorum. HDP bölgede zaten kendi adayları vasıtasıyla seçmenle ilişkiyi kuran bir parti ama mesela İstanbul'da ya da Ankara'da aday çıkarsalar da kazanamayacağını bildikleri için farklı davranabilirler. Ama bu adaya bakar. CHP'nin şimdiden buna yönelik stratejisini kurup anlatmaya başlaması lazım. Ben işin bu tarafıyla daha ilgiliyim. Yani parti içinde değişim, dönüşüm olsun tabii. Şeffaf bir özeleştiri süreci kurultay takviminden bağımsız olarak işletilmeli ve bu hızla yapılmalı. Ama tüm bunlardan bağımsız olarak bugünden yerel seçim stratejimizi oluşturmalıyız. CHP bazı yerlerde adaylarını önceden açıklamalı. Mesela Balıkesir'de, mesela Manisa'da, mesela Bursa'da. Üç büyükşehirde keza aday kararı kurultayı beklememeli.

"Özeleştiriyi kurultay takvimine sıkıştırdıkça CHP seçmeni öfkeleniyor"

- CHP'nin yerel seçim stratejisi ne olacak diye elbette sorgulayalım ama değişim, dönüşüm meselesinde Kemal Bey'in nasıl bir yerde durduğunu da anlamış değiliz henüz. Bir de partinin kimliğiyle ilgili kafalar çok karıştı. Sosyal demokrasi çizgisine geri dönüş mesela bir konu değil midir partiniz için?

Şimdi şöyle bir durum var; Genel Başkanımız helalleşme kavramı ve süreci ile gerçekten de CHP'nin üzerindeki yükü azaltan bir stratejiyi hayata soktu. Nitekim biz, bizden uzak duran toplum sosyolojisiyle barışık hale geldik. Yani oy vermediler ama en azından o sosyolojiyle, toplumun o kesimleriyle barışık hale geldik. Bu önemli bir strateji. Ama bu sağ, muhafazakâr değerlere ulaşma stratejisi aslında ancak yine sosyal demokrasinin temel ilkelerine bağlı kalınarak işler. Böyle olmalı. Bu kadar çok yoksulluğun, bu kadar çok ezilmişliğin, bu kadar çok adaletsizliğin, bu kadar çok çürümüşlüğün olduğu yerde sosyal demokrasinin değerleriyle güven verebilirsiniz topluma. Parti yönetimi buna göre dizayn yapmalı ama bu sadece bizim üyelerimizle olacak bir iş değil. CHP'nin bir milyondan fazla üyesi var ama sonuçta CHP'nin adayı 25 milyon oy aldı. 25 milyonun beklentilerine yanıt verecek yeni bir yönelimin parti içi demokrasiye de önem vererek yapılması lazım.

CHP halen toplumun önemli bir kısmı tarafından halktan uzak bir yapı olarak görülüyor. O nedenle bu helalleşme süreci çok önemliydi. Eskiden kalan kaygılar açısından kesinlikle işe yaradı. Kemal Bey'in yüzde 48 alabilmiş olması küçümsenecek bir şey değil. Kemal Bey kendi inanç kimliğini açıklayarak, Aleviliğine sahip çıkarak ve bunun kullanılmasına izin vermeyerek ortaya çıktı. Bunu yaptı ve yüzde 48 oy aldı yani. Bu Türkiye'nin kutuplaşmış sosyolojik ortamı içerisinde öyle yabana atılacak bir durum değil. Ancak günün sonunda kaybettik. Ve Erdoğan ve AKP beş yıllık süre için destek aldı. İşte bu sürecin sorumluluğu kolektif bir biçimde üstlenilmeli ve özeleştirisi şeffaf ve cesaretle verilmeli.

- Sonuçta kaybetmiş bir liderden bahsediyoruz. Ve gerçek manada bir özeleştiri verilmesi gerektiğini söylerken bugüne kadar yapılmadığını kabul etmiş oluyorsunuz. Bunu yapması gereken kişi de Genel Başkan değil midir?  

CHP'nin bu özeleştiriyi sadece üyeleriyle sınırlı olarak kurultay takvimine sıkıştırmaması lazım. Bu durum bize oy veren seçmeni öfkelendiriyor. Güvensizliği arttırıyor. Kurultay dışında başka süreçlerin, başka mekanizmaların işletilmesi lazım.

- Ne tür mekanizmalardan bahsediyorsunuz?

Mesela bölge konferansları yapılabilir. Yedi sekiz ayrı bölgede konferans yaparsınız. Toplarsınız dinlersiniz açık açık. Her türlü eleştiriye açık olduğunuzu gösterirsiniz. Seçmenle buluşursunuz, onları dinlersiniz. Bahsettiğim şey sadece partinin kendi organlarıyla yapacağı bir şey değil. Parti içi bir yarış olacaksa burada seçmenin eğilimlerine bakılması lazım. Seçmenlerimizi tatmin edecek, onları da sürece katacak bir mekanizmanın yürürlüğe sokulması lazım. Bu yapılıyor mu peki? Hayır. Böyle bir hazırlık var mı peki? Hayır.

"Ekrem İmamoğlu, Erdoğan ve AKP'nin kimyasını bozdu; Ekrem Bey İstanbul'un önemini biliyor, en doğru kararı kendisi verecektir" 

- Bu konuşmada adını hiç geçirmediğiniz Ekrem İmamoğlu parti genel başkanlığı için yarışa girmeye çok hevesli gözüküyor. Bir yandan CHP'nin kaybetmemesi gerektiğini söylediğiniz şehirlerin başında İstanbul geliyor. Ekrem Bey genel başkanlık konusunda ısrarcı olursa İstanbul'u almanız güçleşir mi? Hadi diyelim Kemal Bey ile Ekrem Bey anlaştı ve Ekrem Bey İstanbul için ikinci kez yarışa girdi. Bu sefer de cezasının istinafta onanması riski var. Siz bu sürecin hasarsız atlatılması için doğru stratejinin ne olduğunu düşünüyorsunuz?

Genel Başkanımız ve partimizin kurulları bir yenilenme, değişim, politik eksen programı açıklamalı ve hızla bir takvimle Türkiye ölçeğinde yürürlüğe sokmalı. Ceza tehditleri, bu iktidarın yargı uygulamaları bir zafiyet olarak değil her bir arkadaşımız için bir onur tutumu olarak ele alınmalı ve böyle paylaşılmalı. Ekrem İmamoğlu, İstanbul seçimlerini partimizin doğru tercihi ve stratejisi ile kazanmış ve Erdoğan'ın, AKP'nin deyim yerindeyse kimyasını bozmuştur. Çalışmaları ve İstanbul'a hizmetleriyle de bozmaya devam etmektedir. İstanbul seçimlerinin her bakımdan Türkiye siyasetine etkisini geçtiğimiz dört yılda en iyi kendisi deneyimledi ve en doğru kararı da kendisi verecektir. 

- Kemal Kılıçdaroğlu'nun kurultayda partinin başında kalmak için direteceğini düşünüyor musunuz? Diretirse CHP açısından nasıl bir durum ortaya çıkar?

Genel Başkanımız eksik kaldığımız ve başarılı olamadığımız bu süreçlere rağmen halkımız ve partimiz için en doğru kararı ortak akılla ve kişisel beklentilerden uzak bir yaklaşım içerisinde alacak olgunluğa da deneyime de sahiptir. 

- Sorun ve risklerden bağımsız olarak şunu sorayım; size göre Kılıçdaroğlu'ndan bayrağı devralması gereken Özgür Özel midir yoksa Ekrem İmamoğlu mu? Bugüne kadar genel başkanlık yarışı imasında bulunan iki kişi onlar olduğu için bu isimleri vererek soruyorum.

Bizim için önemli olan şeffaf bir öz eleştiri, parti içi demokrasiyi esas alan adil bir kurultay sürecidir. Bu süreçte partimizin yeniden yöneleceği solun ve sosyal demokrasinin evrensel ilkeleri yenilenmeyi ve değişimi de kendi mecrasında sağlayacaktır. Ötesi bugünün cevaplanması gereken sorusu değil bence.

"Seçimde devlet Kılıçdaroğlu'na kazandırmama karşılığında iktidarı Erdoğan'dan devraldı"

- Bu yeni süreçte Türkiye'yi bekleyen en büyük risk nedir sizce?

Son seçim bence Erdoğan'ın iktidar olduğu bir seçim olmadı. Devlet iktidarı Erdoğan'dan Kılıçdaroğlu'nu kazandırmamak karşılığında devir aldı bence. Devletin bu kadar bütün kadrolarıyla bir iktidarda olduğu bir dönem olmamıştır. Tek tek bakarsak; Milli Savunma Bakanı bütün kariyeri orduda geçmiş bir Genelkurmay Başkanı, Dışişleri Bakanı bütün kariyeri devlette geçmiş bir MİT Başkanı, İçişleri Bakanı bütün kariyeri bakanlıkta geçmiş ve İstanbul valiliği yapmış bir isim. Milli Eğitimi Bakanı daha hiç siyasette olmamış. Cumhurbaşkanı Yardımcısı siyasetten önce DPT'de çalışmış önemli planlamacı. Bir devlet iktidarı ile karşı karşıyayız. Ve parti olarak bunun ne kadar farkındayız ben bilmiyorum.

"Muhalefetsiz bir Türkiye tasarımı yapılıyor"

- Bu bahsettiğiniz denklem muhalefet partileri açısından ne anlama geliyor?

Kötü olan şu; yerel seçimler vasıtasıyla muhalefetsiz bir Türkiye tasarımı yapılıyor. Bu yeni oluşan devlet-parti iktidarı tarafından muhalefetin iktidarı dengeleyeceği, kendini ifade edeceği seçilmiş alanlar yok edilmeye çalışılıyor. Bir taraftan İstanbul başta olmak üzere muhalefetin büyükşehir yönetimlerinden uzaklaştırılması hedefleniyor. Zaten Kürt seçmenin yoğunlukta olduğu kazanılmış seçim çevrelerinde kayyum var, yani devlet iktidarı var. Partimiz bize oy veren seçmenin, üyelerimizin öfkesini hafifletmeden ve onları yeniden bu süreçlere katmadan bu devlet iktidarının yapacaklarına engel olamaz. Bunun farkına varması lazım.

https://t24.com.tr/yazarlar/cansu-camlibel/chp-diyarbakir-milletvekili-sezgin-tanrikulu-secimde-devlet-iktidari-erdogan-dan-devraldi,40573

CANSU ÇAMLIBEL / T24