Hilafet Arap basınının gündeminde!

OSMANLI HALİFELİĞİ NASIL SONA ERDİ

Hilafet Arap basınının gündeminde!

Arap basınının dilinden düşmüyor... Konu: Hilafet... Biz dikkat çekmiş olalım

Hilafetin kaldırılmasının 100. yılında Arap basını konuya ilgi gösterdi. Basında yer alan haber ve makaleler genelde hilafetin 'kapsayıcılığı' temasını işlerken güncel vurgular yapmaktan kaçınıldı.

Halifeliğin kaldırılmasının yıldönümü Arap Basını’nda geniş yer aldı. Middle East Eye önemli Arap dünyası yayın organında çıkan yazıda; ‘Halifeliğin kaldırılması, bugün 85 milyondan fazla nüfusa sahip ve dünyanın en büyük 19. ekonomisi olan modern devletin tarihinde önemli bir an olmuştur’ denildi.

Middle East Eye'da çıkan yazı şöyle:

Halifeliğin kaldırılmasının yıldönümü Arap Basını’nda geniş yer aldı. Middle East Eye önemli Arap dünyası yayın organında çıkan yazıda; ‘Halifeliğin kaldırılması, bugün 85 milyondan fazla nüfusa sahip ve dünyanın en büyük 19. ekonomisi olan modern devletin tarihinde önemli bir an olmuştur’ denildi.

Middle East Eye'da çıkan yazı şöyle:

OSMANLI HALİFELİĞİ NASIL SONA ERDİ

Bir asır önce genç Türk devleti son halife Abdülmecid'i sürgüne gönderdi ve bir İslami kurumu kendi tarihinden saf dışı bıraktı.

İSLAM SİYASİ TARİHİNDE DÖNÜM NOKTASI
Middle East Eye’de ç ıkan İmran Mualla İmzalı makalede ‘Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 3 Mart 1924'te 1.300 yıllık Halifeliği kaldırmasının üzerinden 100 yıl geçti. Halifeliğin kaldırılması, bugün 85 milyondan fazla nüfusa sahip ve dünyanın en büyük 19. ekonomisi olan modern devletin tarihinde önemli bir an olmuştur’ diye yazdıktan sonra halifeliğini İslam Dünyası’ndaki önemi şu cümleler ile ifade ediliyor; ’ Ancak bu aynı zamanda , İslam'ın siyasi tarihinde bir dönüm noktasıydı ve neredeyse altı yüzyıl boyunca Avrupa, Afrika ve Orta Doğu'nun çoğunu şekillendiren Osmanlı egemenliğinin sonunu mühürledi’

HALİFE ENFLASYONU
Yazıda halifeliğin hiç bir zaman tartışmasız olmadığının altı ç iziliyor; ‘ Halifelik, kendisini Peygamber Muhammed'in halefliğini ve dünya Müslümanlarının liderliğini temsil eden İslami bir siyasi kurumdu. Bu hiçbir zaman tartışmasız olmadı: bazen birkaç rakip Müslüman lider aynı anda halife unvanını talep etti. Arap Yarımadası'nın yanı sıra günümüz İran, Irak ve Afganistan'ına da hakim olan dokuzuncu yüzyıl Abbasi halifeliği; günümüz Tunus 'unda onuncu yüzyılda kurulan Fatimi halifeliği ve on üçüncü yüzyıldan itibaren Mısır merkezli çeşitli halifelikler de dahil olmak üzere tarih boyunca birçok halifelik ilan edilmiştir.

OSMANLI HALİFELİĞİ NASIL ORTAYA ÇIKTI?
‘1512 yılında, iktidardaki Osmanlı hanedanı, Halifelik üzerinde hak iddia etti - Osmanlı İmparatorluğu'nun 1534 yılında İslam'ın kutsal şehirleri Mekke, Medine ve Kudüs'ün yanı sıra Ortaçağ Abbasi Halifeliği'nin eski başkenti Bağdat'ı fethetmesiyle bu iddia sonraki on yıllarda daha da güçlendi’ diyen yazı bir iddayı da gündeme getiriyor; ‘Son yıllarda tarihçiler, Osmanlıların on dokuzuncu yüzyıla kadar Halifelik fikrine çok az önem verdiği yönündeki bir zamanların popüler görüşüne meydan okuyorlar’. Devamında Halifelik fikrinin nasıl okdaha önce vücut bulduğunu yazı şöyle anlatıyor; ‘ 16. yüzyıl boyunca halifelik fikri, Osmanlı hanedanına yakın Sufi tarikatları tarafından yeniden keşfedildi. Halife artık ilahi olarak atanmış ve tebaası üzerinde hem zamansal hem de ruhani otoriteye sahip, mistik bir figürdü. Sonuç olarak, imparatorluk sarayı (her zaman sultan olan) halifeyi Allah’ ın yeryüzündeki temsilcisinden başka bir şey olarak sunmamaya başladı.

DEMOKRAT ŞEHZADE YA DA SON HALİFE
Yazı, son halifenin bir yorum portresi yapılıyor; ‘1868'de doğan Prens Abdülmecid, yetişkinlik hayatının büyük bölümünü dönemin padişahı 2. Abdülhamid'in hanedanın şehzadelerine uyguladığı yakın gözetim ve görece bir hapsi altında geçtiğini iddia ediyor. Abdülhamid’ in 1909’da tahttan indirilip meşruti hilafet’ in kurulduğunu belirten yazı Abdülmecid için ‘ Yetenekli bir ressam, yeni yetme bir şair ve klasik müzik tutkunu olan Abdülmecid, kendisini "demokrat şehzade" olarak tanıtan gözde bir halk figürü haline geldi. Abdülhamid'in iktidardan uzaklaştırılmasını tasvir eden bir tablo yapmakla kalmadı, Abdülmecid bunu yapan adamlarla birlikte poz bile verdi’ diye yazıyor. Ancak şehzade, Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) sırasında imparatorluğun askeri yenilgileriyle umutsuzluğa kapıldı; başkent İstanbul da dahil olmak üzere , Osmanlı topraklarının Müttefikler tarafından işgal edilmesiyle cesareti daha da kırıldı. Yazı şu an bizde tartışılan bir konu ile ilgili yazar görüşünü de ifade etmiş oluyor; ‘ Mehmed Vahideddin artık sultan-halifeydi, Abdülmecid ise veliahttı ve taht için bir sonraki sıradaydı. Ancak 1919'da Vahideddin, Anadolu'da İtilaf güçlerine karşı savaşan Mustafa Kemal Paşa'nın yeni doğmakta olan milliyetçi hareketini desteklemeyi reddetti’

ABDÜLMECİD TEKLİFİ NEDEN REDDETTİ
Yazıda Mustafa Kemal ‘ in Abdülmecid’i milli mücadeleyekatılması iç in Anadolu’ya ç ağırdığı belirtiliyor; ‘Milliyetçiler 23 Nisan 1920'de Ankara'da yeni bir siyasi düzenin temeli olan Büyük Millet Meclisi'ni kurdular. Aynı yılın ilerleyen günlerinde Mustafa Kemal, Abdülmecid'i milli mücadeleye katılması için Anadolu'ya davet etti. Ancak Prens'in yaşadığı İstanbul'daki Dolmabahçe Sarayı İngiliz askerleri tarafından kuşatıldı. Abdülmecid'in teklifi reddetmekten başka çaresi kalmamıştı - bu, daha sonra Cumhuriyetçilerin Halifelik aleyhine döndüğünde başvuracakları bir hakaret olarak algılanacaktı.

NASIL HALİFE OLDU
‘Ekim 1922'de yapılan ateşkes milliyetçileri zafere ulaştırdı ve modern Türkiye'nin kurulmasının önünü açtı. Sultan Vahideddin, halkı tarafından büyük bir nefretle karşılanmıştı. Yeni hükümet 1 Kasım'da sultanlığı ve onunla birlikte Osmanlı İmparatorluğu'nu ortadan kaldırdı’diyen yazı Vahideddin’ nin gidişini ‘alç akç a’ olarak niteliyor; ‘Vahideddin 17 Kasım'da bir İngiliz savaş gemisiyle İstanbul'dan alçakça ayrıldı. Yokluğunda hükümet onu Halifelikten azletti ve yerine Halife unvanını Abdülmecid'e teklif etti, o da hemen kabul etti ve 24 Kasım 1922'de tahta çıktı. İlk kez bir Osmanlı şehzadesi Sultan değil Halife olarak atanacak ve Büyük Millet Meclisi tarafından bu makama seçilecekti.’

ANKARA İLE İLİŞKİLER: ÇATIŞMA HEMEN BAŞLADI
Abdülmecid ile Ankara arasındaki ilişkilerde gerilimin hemen kendini gösterdiği önü sürülüyor yazıda; ‘Çatışma neredeyse hemen başladı. Abdülmecid'in yeni görevinde siyasi açıklamalar yapması yasaklanmıştı: bunun yerine Ankara'daki hükümet, halifenin sadece bir figüran olduğu yeni bir İslam vizyonu sundu. Ancak torunu Prenses Neslişah'ın daha sonra yazdığı gibi, Abdülmecid'in "verilen direktiflere uymaya hiç niyeti yoktu".
New York Times Nisan 1923'te okuyucularına, "tek eşli bir manzara ressamı olan Halife'nin siyasi iddialarıyla kimseyi rahatsız edecek gibi görünmediğini" bildirdi.
Bu durum, Abdülmecid'in Cuma namazları için İstanbul'un çeşitli camilerine düzenlediği haftalık alayların ihtişamı ve popülaritesinin Ankara'yı giderek daha fazla rahatsız ettiği Türkiye'deki gerçeklerle keskin bir tezat oluşturuyordu. Bir keresinde halife, çiçek resimleriyle süslenmiş ve halife sancağını dalgalandıran 14 kürekli coşkulu bir mavna ile Boğaz'ı geçerek bir camiye geldi.
Abdülmecid sessiz bir kukla halife değildi: bunun yerine ziyafetler düzenliyor, bir "hilafet orkestrası" kuruyor ve Ankara'yı çok rahatsız edecek şekilde sarayında siyasi toplantılar yapıyordu.

BİR YANDA GEÇMİŞ ÖTE YANDA GELECEK
Cumhuriyet ilan edildikten sonra ,Büyük Millet Meclisi’Ndeki oturumu izleyen Amerikalı John Finley’ in izlenimleri bu bölümde yazıda yer alıyor; İlk kez ulusun dünyaya umutlu bir bakış açısıyla baktığını" coşkuyla ilan etti. Yzar Finley’ i de görüşerinden yola çıkar şu sonuca ulaşıyor; ‘"Latife Hanım'ın [Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal'in eşi] ilgili ve umutlu – bu yazarın notu; sanırım eklemeliyim ki güzel- yüzünün", "kır saçları püsküllü bir fesle örtülü, kamburu çıkmış halifeden" daha farklı olamayacağını düşünüyordu. ". Birçok gözlemci için bu iki figür Türkiye'nin zıt yönlerini temsil ediyordu: gelecek ve geçmiş.

HİNDİSTAN’LI MÜSLÜMAN LİDERLER TEPKİLİ
İlk tepki Hindistan’ dan geliyor yazıda belirtildiği üzere ; ‘Parlama noktalarından biri, Hindistan'daki Müslüman liderlerin 24 Kasım 1923'te Türk Başbakanına yazdığı mektuba hükümetin verdiği öfkeli tepkiydi. Mektupta, "Halife'nin prestijinin azalması ya da Halifeliğin Türk siyasetinde dini bir faktör olarak ortadan kaldırılmasının, İslam'ın parçalanması ve dünyada ahlaki bir güç olarak fiilen ortadan kalkması anlamına geleceği" uyarısında bulunuluyordu.

WİLSON ÖLÜMÜ VE BAYRAK SORUNU: ANKARA İNDİRMEDİ, İSTANBUL İNDİRDİ!
İmran Mualla yazısında bir bayrak krizinden bahsediyor; ‘Mektup (Hindistan dini liderlerinin yazdığı) üç İstanbul gazetesi tarafından yayınlandı. Gazetelerin editörleri tutuklandı, vatana ihanetle suçlandı ve yüksek profilli mahkemelerde sorgulandıktan sonra serbest bırakıldı ve gazeteleri kapatıldı. Hükümet yetkilileri Abdülmecid'in halifeliğini cumhuriyetin bütünlüğüne yönelik ciddi bir tehdit olarak görmeye başladı. ABD Başkanı Woodrow Wilson Şubat 1924'te öldüğünde Ankara, Washington ile diplomatik ilişkileri olmadığı için hükümet binalarındaki bayrakları indirmeyi reddetti. Ancak İstanbul'da Halife, sarayındaki ve yatındaki Türk bayraklarının indirilmesini emretti’

AMERİKALI TURİSTLER VARDI
Abdülmecid’ in konumunun korunulmaz olduğunu bildiğini idda eden yazı ; ‘ Başlıca gazeteler Osmanlı imparatorluk ailesine karşı makaleler yayınlamaya başladı. 29 Şubat Cuma günü Abdülmecid, haftalık geçit törenine Müslümanlardan çok Amerikalı turistlerin katıldığını görünce dehşete düştüyse de bunu belli etmedi. Bunun yerine, kalabalığı vakarla selamlayarak görünüşünü korudu. Ancak özel olarak, konumunun savunulamaz olduğunu biliyordu.’yorumunda bulundu.

7 SAAT SÜRDÜ
1924 yılının başlarında hükümet Halifeliği kaldırmaya karar verdi’ diye devam eden yazı o günleri şöyle anlatıyor; ‘3 Mart Pazartesi günü Büyük Millet Meclisi sadece halifeliği kaldırmakla kalmadı, aynı zamanda imparatorluk ailesinin tüm üyelerini Türk vatandaşlığından çıkardı, sürgüne gönderdi, saraylarına el koydu ve bir yıl içinde özel mülklerini tasfiye etmelerini emretti. Tartışma Meclis'te yedi saatten fazla sürdü. "Eğer diğer Müslümanlar bize sempati göstermişlerse", Başbakan İsmet Paşa Meclis'in önünde geniş bir onay alarak, "Halifemiz olduğu için değil, güçlü olduğumuz içindir" dedi. Sonunda onun argümanı galip geldi.’.

BEN HAİN DEĞİLİM
Abdülmecid’ in halifeliğinin sona erdiği anlar da yazıda ayrıntılı anlatılmış; ‘İstanbul valisi Haydar Bey, İstanbul polis müdürü Sadeddin Bey eşliğinde 3 Mart gece yarısından kısa bir süre önce Abdülmecid'e haberi verdi. Halife'yi kütüphanesinde Kuran okurken buldular ve ona sürgün emrini okudular. Abdülmecid "Ben hain değilim," diye cevap verdi. "Hiçbir koşul altında gitmeyeceğim." Sonra kayınbiraderi Damad Şerif'e döndü: "Paşa, Paşa, bir şeyler yapmalıyız! Siz de bir şeyler yapın! Ama paşanın halifesine sunacak bir şeyi yoktu. "Gemim kalkıyor efendim," diye cevap verdi ve selam verip hızla oradan ayrıldı.

İHANET DUYGUSU
Yazar son halifenin kızının anılarına değinirken ‘imalı’ bir cümle kullanıyor; ‘Halife'nin kızı Prenses Durruşehvar o sırada 10 yaşındaydı. O geceye dair anıları, öncelikle hükümet açısından değil ama Türk halkı açısından bir ihanet duygusu taşıyor; Ailesi yedi yüzyıl boyunca hüküm sürmüş olan babam, artık kendisine değer vermeyen insanlar için hayatını ve mutluluğunu feda etmişti" dedi.’’.

KEDERLİ AMA İTAATKAR TOPLULUK
Abdülmecid’ in saraydan ayrıldığı an ve sonrasındaki gelişmelerde ‘yoruma açık saptamalar’ var; ‘ Abdülmecid sabah saat 5 sularında üç eşi, oğlu, kızı ve baş hizmetkârlarıyla birlikte saraydan ayrıldı. Devrik Halife, Dolmabahçe'yi kuşatan asker ve polisler tarafından büyük bir ciddiyetle karşılandı. Ardından İstanbul'un batısındaki Çatalca'ya doğru yola çıktı. Treni beklerken aileyle ilgilenen Yahudi istasyon şefi, Osman'ın evinin "Yahudi halkının velinimeti" olduğunu ve "bu zor zamanlarda aileye hizmet edebilmenin minnettarlığımızın sadece bir kanıtı olduğunu" söyledi. Bu sözler Abdülmecid'in gözlerini yaşarttı. İstanbul'a döndüklerinde, imparatorluk prenslerinin ayrılmak için iki günleri ve her biri için 1.000 Türk lirası vardı; prenseslerin ve ailenin diğer üyelerinin ise ayrılışlarını organize etmek için bir haftadan biraz fazla zamanları vardı. Şehzadeler şehirden ayrılırken, onlara eşlik etmek üzere "kederli ve itaatkâr" bir kalabalık toplandı. Abdülmecid'in ailesi birkaç gün içinde İsviçre'nin Cenevre Gölü kıyısındaki güzel bir banliyö olan Territet'e taşındı’.

İSLAMA YAPILAN TÜM ATIFLAR KALKTI
‘Ankara'da Halifeliğin sona ermesi yeni bir dönemin başlangıcı olarak selamlandı. Kemal, küresel Müslüman hoşnutsuzluğunu yatıştırmak amacıyla, Halifeliğin yetkilerinin meşru bir şekilde Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne devredildiğini duyuran bir bildiri yayınladı’ diyen yazı milletvekillerinin yeminleri ile ilgili şu ayrıntıyı veriyor; ‘Ancak bundan sonrası yeni bir laik düzendi. Hatta 1928 yılında Meclis, Türk anayasasından İslam'a yapılan tüm atıfları kaldıran bir yasa tasarısını kabul etti. O andan itibaren milletvekilleri "Allah'ın huzurunda" değil, "namusları üzerine" yemin ettiler’

ABDÜLMECİD’TEN DÜNYA MÜSLÜMANLARINA MESAJ
‘Türkiye dışında, Halifeliğin kaldırılması, bu kurumu kimin üstleneceği konusunda bir mücadeleyi tetikledi. Dünya basınında Hicaz Kralı Hüseyin tarafından Mekke'den yeni bir halifeliğin başlatılacağı yönünde spekülasyonlar yer aldı. Mısır Kralı Fuad bu rolü üstlenme fikriyle oynadı ve Afganistan Emiri kendisini açıkça aday olarak öne sürdü. Ancak hiç kimse İslam dünyasından bu unvan için inandırıcı bir iddiada bulunacak kadar destek toplayamadı’ şeklindeki yeni ‘Halifelik düzeni’ çerçevesine Abdülmecid’ in yayınladığı bildirinin yorumu ekleniyor; ‘Sürgünden bir hafta sonra Abdülmecid, İsviçre'deki otelinden halka açık bir bildiri yayınlayarak "artık bu hayati meselede tam yetki ve özgürlükle söz söyleme hakkının yalnızca Müslüman dünyasına ait olduğunu" belirtti. (…)’Onun yorumları, Osmanlı Halifeliği'nin meşruiyetinin Osmanlı İmparatorluğu'na değil, dünyanın dört bir yanındaki Müslümanların desteğine bağlı olacağı modern bir yeniden yorumunu önermektedir.’

ABDÜLMECİD’İN HALİFELİK HAYALİ
‘Ancak böyle bir projenin güçlü bir desteğe ihtiyacı olacaktı. Halife ailesi Côte d'Azur'da, dünyanın en zengin adamlarından biri olan ve Hint alt kıtasını modernleştiren zengin bir prenslik devletinin yöneticisi olan Haydarabad Nizamı tarafından ödenen bir villaya yerleşti’ cümleleri yeni bir halifelik hayalinin de ilk adımıydı. Yazar budan sonrasını şöyle anlatmış; ‘Haydarabad'da, Osman Hanedanı'nın prens Asaf Jahi hanedanıyla birleşmesi sayesinde Abdülmecid ,yeniden bir halifelik kurmaya çalıştı. 1931'de Hintli siyasetçi Shaukat Ali, Halife'nin kızı Dürrüşehvar Sultan ile Nizam'ın en büyük oğlu Prens Azam Jah arasında bir evlilik görüşmesi yaptı. Abdülmecid onların oğlunu - gelecekte Haydarabad'ın hükümdarı olacak torununu - halifeliğin varisi olarak atadı. Ancak sonuçta Halifelik hiçbir zaman ilan edilmedi: yeni Hindistan Cumhuriyeti 1948'de Haydarabad'ı ilhak etti’.

SHEAKSPER’DEN ALINTI YAPTIĞI HAYATI
‘Abdülmecid’e ne oldu?’ diye soran yazar son halifenin ruh halinin bir tasvirini de yapıyordu ; Tahttan indirilen Halife çok sevdiği İstanbul'a bir daha dönemedi. Ancak sürgünde geçirdiği yıllar boyunca, Halifeliğin kaldırılmasını asla kabul etmedi. Temmuz 1924'te bir arkadaşına yazdığı mektupta Abdülmecid, Shakespeare'in Hamlet'inden alıntı yaparak kendisini "skandal talihin sapanları ve oklarından" muzdarip olarak tanımlıyordu.

VİLLAYA SAPLANAN BİR KURŞUN VE HAYATA VEDA
‘Abdülmecid 23 Ağustos 1944 akşamı Paris yakınlarındaki bir villada 76 yaşında öldü. Fransa'yı kurtarmaya çalışan Amerikan birlikleri yakınlarda Almanlarla savaşıyordu: serseri kurşunlar villaya girdiğinde kalp krizi geçirdi. ‘ bir hazin vedanın özeti gibi…

SON SÖZ
Bir halifelik hikayesinin bugüne kalan son cümleleri; ‘Abdülmecid 1939 yılında Hindistan'da gömülmek istediğini ifade etmişti. Nizam onun için bir türbe yaptırdı, ancak 1944 yılına gelindiğinde cenazenin getirilmesi siyasi açıdan savunulamaz olarak görülüyordu. Türk hükümeti İstanbul'da gömülmesine izin vermeyi kesin bir dille reddedince Abdülmecid neredeyse on yıl boyunca Paris'te gömülü kaldı. Nihayet 30 Mart 1954'te İslam'ın son halifesi, Suudi Arabistan'da bir hac yeri olan Medine'deki Cennetü'l-Baki mezarlığına, Muhammed peygamberin ebeveynlerinin ve ashabının gömüldüğü yere yakın bir yere defnedildi."

‘Osmanlı İmparatorluğu’nun Son Günleri’ kitabının yazarı Ryan Gingeras New Line Magazin’e bir söyleşi verdi. Tanıtım bölümünde; ‘Yüz yıl önce bu hafta, Osmanlı Halifeliği, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin Millet Meclisi'nin kararıyla resmen lağvedildi. Ryan Gingeras, 20. yüzyılın başında Avrupa ve Orta Doğu'da hüküm süren kaos düşünüldüğünde, 400 yıllık can çekişen bir imparatorluğun son yıllarının genellikle unutulduğunu öne sürüyor. Gingeras, Osmanlı İmparatorluğu'nun Son Günleri adlı kitabında bu eksikliği gidermeye çalışıyor’ denildi.

TÜM BÜYÜK DEVLETLERİN KÖKENİ İLE EŞ ANLAMLI
New Lines'a konuşan Gingeras, "Osmanlı İmparatorluğu'nu sadece Türk devletinin kökenleriyle değil, Ortadoğu'daki neredeyse tüm büyük devletlerin kökenleriyle ve hatta modern Yunanistan'ın, modern Ermenistan'ın ve hatta Türkiye'nin gelişimiyle eşanlamlı olarak düşünmeye başlamak istedim. Avrupa imparatorluklarının kaderinin habercisi olarak - bunların çoğu gerçekten Osmanlı Sultanlığı'nın kaderi etrafında toplanıyor" dedi.
Gingeras, 20. yüzyılın başlarındaki bu çatışma döneminin geriye dönük olarak imparatorluğun eski tebaası tarafından algılanışını renklendirdiğine inanıyor. "Bugün Orta Doğu'nun büyük bölümünde insanların Osmanlı İmparatorluğu'na nispeten yabancılaşmış hissetmelerinin nedenlerinden biri, bu dönemin geriye dönüp bakıldığında imparatorluk, meşruiyeti ve bugünkü sıradan insanların hayatındaki yeri hakkında geri çekilmiş bir hüküm vermiş gibi görülmesidir.

TÜRKLÜK OSMANLI’NIN YERİNE GEÇTİ
Halifeliğin sona ermesi, orada yaşayan insanların kimliği üzerinde dramatik bir etki yarattı," diye açıklıyor Gingeras. "Bu noktadan sonra Türklük kavramı Müslüman olarak görülmeye başlandı ve Osmanlılık kavramı, geriye dönüp bakıldığında, Müslümanların en çok ve daha önemli olarak savunduğu şey olarak görülüyor. ... Türklüğün her şeyden önce doğuştan gelen bir özellik olduğuna dair çok daha köklü yeni bir mit resmi dili şekillendirmeye başladı - bunun Mustafa Kemal ve ülkeyi Osmanlı İmparatorluğu'ndan Türkiye Cumhuriyeti'ne taşıyan diğerleri gibi insanlar tarafından giderek daha fazla benimsendiğini göreceksiniz’

RECEP TAYYİP ERDOĞAN İLE ‘OSMANLI’ YA DÖNÜŞ MÜ?
Tarihçi Gingeras verdiği röportajda İmparatorluğun tamamen ölmediğini aksine, başka bir şeye dönüştüğünü anlatıyor "Belli bir düzeyde süreklilik olduğu ve belki de hanedanın ortadan kalktığı hissi vardı, ancak insanların hizmet ettiği, bağlılık yemini ettikleri devlet aynıydı. Sadece devleti biraz farklı bir şekilde anlıyorlardı. Bugün [Cumhurbaşkanı Recep Tayyip] Erdoğan'ın sözlerinde de bunu duyuyorsunuz." Gingeras ‘Osmanlı kültürü’nün günlük yaşamda devam ettiğini şu örneklerle veriyor; "Eski Osmanlı dünyasının çeşitli bölgelerinde günlük yaşamın derinliklerine inerseniz, bu kültürün unsurlarının devam ettiğini görürsünüz. Bunu dilde görebilirsiniz, mutfakta görebilirsiniz. Toplum ilişkilerinde bir dereceye kadar görebilirsiniz. Bu hala bizimle birlikte" diyor. Bir noktanın daha altını çiziyor Gingeras. Bundan böyle ,her ne kadar insanların işaret edebileceği süreklilikler olsa da, ulusal düzeyde ,bu kolektif aidiyet duygusu kayboldu, geri gelmeyecek" diye açıklıyor.

AMERİKALI TARİHÇİ İLE İLGİLİ İLGİNÇ BİLGİLER
Vikipedi’ de Gingeras ile ilgili ‘Ryan Gingeras, Geç Dönem Osmanlı tarihçisidir. Gingeras, tezini Birinci Dünya Savaşı sırasında Kars veya Nahçıvan'ın Azerbaycan'a dahil oluş süreci üzerine yazmak istediyse de, Kürtler ve Ermeniler gibi tartışmalı konular hakkında yazmanın "profesyonel intihar" gibi olacağı konusunda uyarıldığı için vazgeçti. Yazarın Türkçeye çevrilmiş ‘İmparatorluk Varisi Mustafa Kemal Atatürk ’ ve ‘Ebedi Şafak’ adında iki kitabı bulunuyor. Tarihçinin Türkiye’ de yaşanmış bir polemiği de var. 2022 yılında şöyle bir haber göze çarpıyor; ‘Türkiye'deki suç örgütleri konusunda araştırmalar yürüten ABD'li Prof. Dr. Ryan Gingeras, İnternet Haber yazarı Osman Diyadin'in kendisine atfettiği, "Türk devletinin dünya üzerindeki bütün hücreleri uyanmış durumda" sözleri yalanladı.
İktidara yakın olduğu bilinen Osman Diyadin, twitter'dan, "ABD'li tarihçi yazar Prof. Ryan Gingeras bakın ne demiş; 'Türk devleti artık ölü numarası yapmaktan vazgeçti. Hazırladığı planları hayata geçiriyor, hiçbir güç buna engel olamıyor. Türk devletinin dünya üzerindeki bütün hücreleri uyanmış durumda.' Yoksa Gingeras da mı trol!" diye yazdı.
Diyadin'in kendisine atfettiği sözleri hesabından alıntılayan Gingeras da şu ifadeleri kullandı:
"Millet, lütfen kibar olun. Bana saçma sapan ifadeler uydurup atfedecekseniz, lütfen bunları Jets (Amerikan futbol takımı) Islanders (video oyunu), Mets (Amerikan beyzbol takımı) veya Leafs (hokey takımı) hakkında yapın. Teşekkürler."

Odatv.com