İnternet gazetecileri isyanda: Tüm dünyada gazeteciyim, Türkiye hariç

‘MESLEĞİMİZİ KANITLAMAK ÜNİFORMAYA TEKABÜL EDİYOR’

İnternet gazetecileri isyanda: Tüm dünyada gazeteciyim, Türkiye hariç

Tüm dünya dijital medyaya geçerken ülkemizde ise internet gazeteciliğinin hâlâ bir adı yok. İktidar partisinin toplantılarını izleyemiyorlar, adliyelerde sorun yaşıyorlar, çoğu zaman Cumhurbaşkanlığı tarafından basın kartı verilmediği için kolluk kuvvetlerinin tacizine maruz kalıyorlar... "Sen gazeteci değilsin, kartın rengi eskiden sarıydı şimdi mor, sarı basın kartı olmayanlar geçmesin..." Bunlar gazetecilerin en çok duyduğu cümleler haline geldi. Peki internet gazetecileri ne zaman basın kanunu kapsamına alınacak, internet gazeteciliğinde çalışanlar sahada ne yaşıyor? Soruşturmamızın ilk ayağında gazeteciler yaşadıklarını anlatıyor...

Hacı Bişkin  hbiskin@gazeteduvar.com.tr

DUVAR – İnternet medyasında çalışan gazetecilerin durumu ülkemizin basın sektöründeki kanayan yarası olmaya devam ediyor. Gazeteciler 1952 tarihinde yayımlanan 5953 Sayılı “Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun” kapsamında çalışıyor. Ancak internet medyasında çalışan gazeteciler, bu kanun kapsamında sayılmıyor. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de dijital medya gazeteciliği gün geçtikçe gelişimini sürdürüyor. Ancak dijital medyada çalışan gazeteciler 5953 Sayılı Kanun’a tabi olmadıkları gibi faydalanacakları başka bir kanuni düzenleme de şu an için mevcut değil…

Basın kanunundan yararlanamayan ve neredeyse gittikleri her bürokratik kapıda, “Sen gazeteci değilsin” cümleleriyle karşılaşan, yıllardır sahada, haber merkezlerinde emek veren internet gazetesi çalışanlarıyla konuştuk…

‘Bu basın kartının üzerinde Türkiye bayrağı yok’, ‘Cumhurbaşkanı mı verdi bu kartı’, ‘Sen gazeteci değilsin’, ‘Hadi ispatla…’ Bu sözler internet gazeteciliğinde çalışan gazetecilerin en çok duyduğu cümleler. Yıllardır dijital medyada çalışan Artı Gerçek muhabiri Nalin Öztekin de bu cümleleri duyan gazetecilerden sadece biri.

Peki basın Kanunu’ndan yararlanamadığımız için nelere maruz kalıyoruz? Öztekin bu soruya şu yanıtı veriyor: “Sahada meşruluğumuzu ispatlama çabamızla gazeteciliğin suç olmadığını anlatma çabamız aynı kapıya çıkıyor aslında. Mesleğimizi savunmak bir dizi üniformaya tekabül ediyor. Yıllardır cumhurbaşkanlığı tarafından onaylanmış bir kartım olmadan çalışıyorum ve her seferinde neredeyse tüm kolluk görevlileri ile uzaktan da olsa tanışmamıza rağmen kart tacizi ile karşı karşıya kalıyorum. Mesela basın kartını soruyorlar, çalıştığım kurumun resmi kartını veriyorum, yetmiyor. Uluslararası basın kartımı veriyorum, yetmiyor. Kimliğimi veriyorum, yetmiyor. Bütün bu kart seramonisini haftada 3-4 kez yaşıyorum. Yaptığı mesleği kanıtlamak için bu kadar fazla çaba harcayan bir başka grup var mıdır bilemiyorum. Eskiden sadece sarı kart vardı şimdiyse rengi turkuvaz oldu. Kimsenin kimseden haberi yok…”

‘BUNUN RENGİ SARI, ARTIK MOR VAR…’

Öztekin de internet gazeteciliğinde çalışan neredeyse her gazeteci gibi basın kartını gösterdiğinde farklı cümleler duyuyor. Öztekin bu durumu da şöyle anlatıyor: “Geçtiğimiz günlerde bir polise kartımı gösterdiğimde, ‘Bunun rengi sarı, bu geçmiyor. Artık mor var’ dedi. Nasıl yani diyorum içimden; sarı, turkuvaz, mor… Trajikomik bir hal alıyor bütün diyaloglar ve sonra iş tacize varıyor. Örnek vermek gerekirse bir haber takibinde kartımı kontrol eden polis kartı göstererek, ‘Bu fotoğrafın daha güzel, profil resmini değiştir’ demişti. Bu başlı başına tacizdir ve cezasızlıkla karşı karşıya kaldığını bildiğimiz milyon örnekten yalnızca biridir. Düşünsenize elimdeki uluslararası basın kartı ile Avrupa Parlamentosu’na bile girebiliyorum ama sigortamı yatıran çalıştığım resmi kurumun kartıyla Türkiye’de Meclis bahçesine bile giremiyorum. Hatta kimi yerlerde asli görevimiz olan haber takibini normal koşullarda yapabilmek için eylemcilerden ve siyasetçilerden daha fazla emniyet amirleriyle müzakere ediyoruz. Konu kart olmasa bile keyfilik her yerde peşinizde hayalet gibi geziyor. Nitekim bizler, Michel Foucault’nun deyimiyle Panoptikon altında çalışıyoruz. O baskının ensemizde olduğunu hissederek kulenin neden olmaması gerektiğini anlatacak kadar gerçekçi ve cesur bir yerde duruyoruz.”

GAZETECİLİK DOLANDIRICIDAN LAF YERSE: SİZİN İŞ YASAL MI?

Medyascope’ta bir süre çalışan gazeteci Büşra Cebeci ise ülkemizdeki polislere göre gazeteci olmanın iki göstergesi olduğunu söylüyor: Dev kameralar ve sarı basın kartı. Sahada çalışırken kolluk kuvvetlerinin kendilerine zorluk çıkardığını söyleyen Cebeci, “Herhangi bir davaya katılmak istediğiniz zaman, hatta mitinglerde bile güvenlik, ısrarla sarı basın kartı istiyor. Basın kartınız olmadığından da adı kadar emin…” diyor.

Cebeci çalışma hayatında başına gelen ironik bir olayı da şöyle anlatıyor: “Üniversitelerde kitap seti satanları bilirsiniz. Bu yayınevlerinden birinin dolandırıcı olduğuna dair bir mesaj aldım. Yayınevini aradım, bir müddet sonra da yayınevinin avukatı bana geri dönüş yaptı. Adam başta düzgün konuşuyordu benimle. Bir süre sonra köşeye sıkıştıkça ses tonu değişti. Yaptıkları şey alenen dolandırıcılıktı çünkü. En son da şunu dedi: Siz yasal olarak gazeteci misiniz? Ben öyle olduğunu düşünmüyorum. Adamın söylediklerine baktığımızda aslında haklı. Şimdiye dek internet medyasında çalıştım. İşim bu dolandırıcıdan bile daha az yasal. Sadece polislerin değil, herkesin ağzında bir basın kartı… Bunu sizin açığınızmış gibi kullanıyorlar. Öte yandan internet medyasında çalışanlara basın sigortası hakkı tanınsa mevzu çözülür mü emin değilim. Üç kuruş maaş vermeyi marifet sayan, hiçbir hakkınızı tam manasıyla vermeyen, sıfır saygınlıkla, bütün enerjinizi vererek çalışmanızı bekleyen birçok internet medyası patronu var. Devlet yolunu açsa bile, ben bu patronların basın sigortasını yapacağına inanmıyorum.”

‘DÜNYANIN HER YERİNDE GAZETECİLİK YAPABİLİYORUM AMA TÜRKİYE’DE…’

Sadece internet gazeteciliğinde çalışan gazeteciler değil, ülkemizde bağımsız gazetecilik yapanlar da sektörün kanayan yaralarından ve basın kanunu kapsamına alınmadıkları için birçok sorun yaşıyor. Gazeteci Doğu Eroğlu bu durum için şunları söylüyor: “Türkiye Gazeteciler Sendikası aracılığıyla, IFJ (International Federation of Journalists) tarafından bana verilen uluslararası basın kartı dünyanın her yerinde gazetecilik yapabilmemi sağlıyor ama Türkiye’de gazeteci sayılmıyorum. Dolayısıyla sahada çalışırken ilk refleksim yüzleşmelerden olabildiğince kaçınmak. Nefret ettiğim ‘Bu kart ne? Sen gazeteci değilsin ki?’ polemiğini yaşamamak için kimlik ibraz etmemi gerektirecek durumlardan uzak duruyorum. Örneğin bu yıl bir saha çekimi esnasında birlikte çalıştığım bir görüntü yönetmeni aşırı tedbirli tavrıma şaşırıp -çevre ve çatışma gibi saha kısmı geniş yer kaplayan alanlarda çalıştığım için bu şaşkınlığı gayet iyi anlıyorum- ‘Doğu, hakkında yakalama kararı falan mı var?’ diye şaka yollu sordu. Hayır, hakkımda yakalama kararı yok; sadece kolluğun sırf basın kartımı beğenmediği için işimi yapmama engel olma ihtimaline katlanamıyorum.”

Peki bütün bu sorunların ana kaynağında ne var? Eroğlu şöyle devam ediyor: “Çevrimiçi mecralarda çalışmayı sürdüren basın emekçilerinin şimdiye kadar yasa kapsamına alınmaması büyük bir saçmalık. Bu tamamen medyanın sahiplik yapısından ileri geliyor. İktidara yakın basılı gazeteler demode içerikleri ve gazetecilik özelliklerini kaybettikleri için artık okur bulamaz haldeler ve ancak idarenin sübvansiyonları ile ayakta kalabiliyorlar. Öte yandan BirGün ve Evrensel gibi okurlarıyla bağlarını koruyan gazeteler ancak yeni gelir modelleri yaratarak yüksek maliyetli basılı gazetede ısrarcı olabiliyor. Belli ki, reklam durdurma cezaları yoluyla, BirGün ve Evrensel gibi gazetelerin de basılı yayınları sonladırılmak isteniyor. Yani görebildiğim kadarıyla, kritik bakış açısına sahip basının sadece çevrimiçi alanda faaliyet yürütmesini iktidar da istiyor. Bu alandaki faaliyetler ise özellikle resmen gazetecilik faaliyeti olarak anılmıyor. Çevrimiçi basının gazeteciliğinin yasal olarak tanınmaması, iktidarın hoşlanmadığı gazetecilik faaliyetleri meydana geldiğinde, ilgili gazetecilerin ‘gazeteci olup olmadıklarının’ rahatlıkla tartışılmasına da zemin hazırlıyor.”

Uzun yıllardır Van’da serbest gazetecilik yapan Ruşen Takva ise internet gazeteciliğinin maruz kaldığı durumu ‘Orta Çağ uygulamalarına’ benzetiyor. “Trajikomik bir hikayenin öznesi olmuş durumdayız” diyen Takva, basın kartı nedeniyle yaşadığı ayrımcı uygulamalar için şunları söylüyor: “İnternet medyasında çalışan basın emekçileri, Avrupa merkezli gazeteciler federasyonun basın kartına sahip olmasına rağmen Türkiye’de gazeteci olarak sayılmamaya devam ediliyor. Oysa benim sahip olduğum IFJ kartı ile Burkina Faso’da bile gazetecilik yapabiliyorken, Türkiye’de gazetecilik yapamıyorum. Yani tüm dünya ülkelerinde gazeteciyim, Türkiye hariç. Hal böyle olunca sahada çalışabilmek, haber üretebilir pozisyonda olmak bir keşmekeş halini alıyor. Türkiye’de gazetecilere yönelik algı tam olarak şöyle: Sarı veya turkuvaz basın kartı var mı? Yoksa gazeteci değilsin. Bahsi edilen sarı ve turkuvaz basın kartına sahip Türkiye’de 440 gazeteci var. Buna göre 80 milyonluk Türkiye’de 600 milletvekili ama sadece 440 gazeteci var.”

Takva, bu sorunun halkın haber alma hakkını engellediğinin de altını çiziyor: “Dördüncü erk olan basın ayağı, Dünya ile birlikte değişime ve gelişime uğradı. Yeni nesil medya artık koca koca holding binalarının içerisinde veya milyon dolarlık bütçelerin tekelinde değil. İnternetin yaygınlaşması ile beraber, çok düşük bütçelerle nitelikli haber içeriği üreten internet gazeteleri ve gazetecileri yetişti. Bu durum kamu yararına da büyük bir fayda getirdi. Bu bilincin farkına varmayan Türkiye gibi ülkeler maalesef kolluk güçleri vasıtasıyla sahada çalışan gazetecileri zorlamaya, engellemeye çalışarak aslında halkın ayağına çelme takıyor. Uzay çağı yaşanılan bir dönemde hâlâ internet medyasında çalışan gazetecilere uygulanan orta çağ uygulamaları, sonuç olarak halkın ayağına çelme takmaktan öteye bir sonuç vermeyecek.”

GÜNCEL TEKLİF MECLİS’TE AMA…

Son olarak internet gazeteciliğiyle ilgili CHP Milletvekili Yüksel Mansur Kılınç, TBMM’ye bir kanun teklifi sundu. Gazeteciler Cemiyeti (GC) ve Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) olmak üzere medya alanında faaliyet yürüten meslek örgütleri de bu teklife katkı sundu.

TBMM’ye sunulan kanun teklifinde Basın İş Kanunu ve RTÜK Kanunu’nda değişiklik içeren birçok düzenleme yer alıyor:

  • Gazetecinin ücretinin sözleşme şartlarına uygun olarak ödenmemesi durumunda gazetecinin ihbar süresini beklemeden sözleşmeyi feshedebilmesi.
  • Yaşlılık aylığına hak kazanmak için şart olan yaş dışındaki diğer koşulları doldurması durumunda Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan durumlarını belgeleyen yazılı istekleri halinde işten ayrılmaları koşuluyla gazeteciye kıdem tazminatının işverence ödenmesi.
  • Basın İş Kanunu’nda hüküm bulunmayan hallerde 4857 sayılı İş Kanunu hükümlerinin uygulanması.

İşitsel ve görsel medya kuruluşlarının, yazılı medyanın Basın İlan Kurumu’ndan aldığı resmi ilanlara benzer bir kamu desteği alabilmesini öngören teklifte bu alana ilişkin düzenleme talepleri şu şekilde sıralandı:

  • Zorunlu yayınların aylık süresinin en az 90 dakikadan en az 45 dakikaya düşürülmesi.
  • Zorunlu yayınların 17.00-22.00 saatleri arasında yayınlanması şartının kaldırılarak 07.00 ila 00.00 saatleri arasında olması kaydıyla yayın kuşakları düzenlemesinin yayıncı kuruluşa bırakılması.
  • Zorunlu yayınların ücretsiz olma şartının kaldırılarak TRT dışındaki radyo ve televizyonlarda makul bir ücret karşılığı yapılması.

EN KAPSAMLI KANUNU ARINÇ SUNMUŞTU

Dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç 2014 yılında internet haber sitelerinin Basın Kanunu kapsamına alınmasını öngören kanun tasarısını Meclis’e sundu. Ancak tasarı oylanmadı ve bir daha da gündeme gelmedi.

Arınç söz konusu tasarıya ilişkin şunları söylemişti: “İnternet medyasının yaygınlaşmasıyla birlikte internet ortamında basın özgürlüğü, kişisel hak ve özgürlüklerin korunması, telif hakları, reklam payları ve internet üzerinden haber yayını yapan kuruluşların basın kartı sahibi olması, internet ortamında yayın yapan gazetelerin basılı gazetelerin sahip olduğu haklardan yararlanamaması ve dolayısıyla tabi olduğu sorumlulukların dışında kalması… Bütün bu sorunlarla birlikte gündeme gelmiş ve internet medyasına ilişkin bir yasal çerçevenin çizilmesi zorunluluğu ortaya çıkmıştır.”

DUVAR