MİT’in ‘aşırı sağ’ raporu

MİT, 2024 yılının raporunu Batı’daki aşırı sağın yükselişine ayırdı

MİT’in ‘aşırı sağ’ raporu

MİT’in ‘aşırı sağ’ raporu

MİT, 2024 yılının raporunu Batı’daki aşırı sağın yükselişine ayırdı. Ana konu Batı ama iktidarın kendine yönelmiş yeni bir ‘iç tehlikeyi’ işaretlediği de muhakkak. Lakin bu yeni tehlikeyi öyle kolayca ‘düşman’ olarak etiketleyemiyor. 21 yıldır sürdürülen kültür savaşının mevcut biçimlerinin içine yerleştiremiyor.

MİT’in başına İbrahim Kalın atandıktan sonra ilk rapor yayımlandı. Başlığı, ‘Batılı Ülkelerde Aşırı Sağ Hareketler.’ Konusu Batılı ülkelerde yaşanan gelişmeler ama Türkiye için de bir sonuç çıkarılıyor. Zira, bu hareketlerin ideolojik motivasyonunu ‘İslam karşıtlığının’ oluşturduğu vurgulanıyor. Haliyle raporda buradan 21 yıllık AKP iktidarı için de bir ‘iç tehdit algısı’ türetildiğini söylemek mümkün.

Peki MİT, 97. yıldönümünde niye böyle bir tehdide dikkat çekti? Türkiye’de de ‘aşırı sağ’ tehlikesi mi var, yoksa AKP kendisi için yeni bir ‘beka duvarı’ mı örüyor?

Raporu ana hatlarıyla özetleyelim:

* Pandeminin yarattığı yeni belirsizlikler, ekonomik istikrarsızlık, işsizlik ve gelir adaletsizliği, göçmen karşıtlığı hükümetleri aşırıcı söylemler kullanmaya itiyor.

* Göçmenler ve Müslümanlar öncelikli hedef. Kutsal değerlere ve kitaplara yapılan saldırılara karşı sessiz kalınıyor.

* Aşırı sağcıların merkezi yapısı yok. Çevrim içi ağlarla iletişim sağlıyorlar. Telegram başta olmak üzere kapalı iletişim kanalları üzerinden işbirliği yapıyorlar.

* Aşırı sağın propagandada yoğunlaştığı hedef kitle 13-18 yaş arası gençler. Oyun platformları başta olmak üzere sosyal medya uygulamaları ve fitness kulüpleri aracılığıyla eleman temin ediliyor. Eylemlerde sansasyonel ‘yalnız aktörler’ ön plana çıkıyor.

Aşırı sağ konusunda aşağı yukarı dünyada da benzer tespitler var. Batıda, özellikle de Avrupa’da, temeli yabancı düşmanlığına dayandırılır. Nazizm ve faşizm deneyimleri malum. Bugün göçmen düşmanlığı üzerinden yeniden üretilen bir deneyim bu. Lakin Ukrayna-Rusya savaşı ve bir katliama evrilen İsrail’in Filistin’e saldırısı ile beraber, aşırı sağ olarak etiketlenen siyasal yönelim, sadece yabancı düşmanlığı ile açıklanamayacak kadar geniş bir hegemonik alana sahip artık. Burayı biraz daha açmak yararlı olur.

The Economist dergisinin Kasım 2023’teki sayısında, 2024 yılına dair bir öngörü/beklenti perspektifi çiziliyordu. 2024, dünya tarihinde nadir görülebilecek bir seçim dalgasıyla beraber geliyor. Dünya nüfusunun yarısı, 4.2 milyar insan sandığa gidiyor. Cumhuriyet’ten Ergin Yıldızoğlu da aynı konuya değindiği yazısında (22 Aralık 2023) Hindistan’dan ABD’ye kadar 40 ülkede başkanlık, genel veya yerel seçim olduğunu belirtiyordu. Bu ülkelerin hemen hepsindeki baskın siyasi eğilim, ya iş başındaki despotik iktidarlar ya da yükselen yeni despotlardan yana. Yani liberal demokrasinin kalan halelerinin de söküleceği, bir anlamda salasının okunacağı bir dönem söz konusu.

Elbette bütün bunlar havada asılı durmuyor. Ekonomi politik bir realitenin içinde gerçekleşiyor. En başta da küresel yeni işbölümünü şekillendirecek olan ticaret savaşları geliyor. Sermaye birikiminin itici gücü olan teknoloji lityum, bakır, nikel vb. cevherlere kayıp, fosil yakıtlar geri plana itildikçe, sadece ticari rekabet değil jeopolitik rekabet de yeniden şekilleniyor. Savaş ve çatışma cephelerinin koordinatları buna uyum sağlıyor. Tedarik zincirlerinde Çin’e bağımlılıktan kurtulmak gerektiğini söylemek, yapmaktan kolay tabii. Zor gücünün devreye girmesi gerektiği aşikar. Ancak o da kolay değil. Her zorlama, Afrika’daki gibi yeni bir tür ‘ulusal kurtuluş’ arayışlarını depreştirebiliyor. Çok kutupluluk, özerk hareket etme imkanları yaratıyor.

Uzatmayalım. Aşırı sağ tartışmalarına ekonomi politik zeminden yoksun bakmanın kimseye bir hayrı yok. Bir eğilimden ziyade, mızrak ucunu radikal reaksiyonların oluşturduğu, çok daha geniş bir siyasal konumlanışa bakıyoruz esasında.

MİT’in raporu tam bu noktada içeriye dair bir şeyler fısıldıyor işte…

MİT, aşırı sağ hareketlerin yükselişinin temeline İslam karşıtlığını koyuyor. Bir örgüt, siyaset vs. tarif etmiyor. Belirsiz, şekilsiz bir sosyal medya faaliyeti, hatta fitness salonları, oyun platformları işaret ediliyor. Dolayısıyla tehdidin de tedbirin de sınırları alabildiğine geniş tutulmuş. Öyle ki, TikTok’ta gömleğinin iki düğmesini açtığı için bir kadın ibreti alem için yaka paça gözaltına alınabiliyor örneğin. Son aylardaki bazı gelişmeleri de hatırlayalım: Uzun süredir göçmenler ve mülteciler konusunda sosyal medyada yayın yapan, çoğu zaman kışkırtıcı yorumlarda bulunan kişiler gözaltına alındı, bir kısmı tutuklandı. Bilal Erdoğan’ın mitingine katılan birisine yumruk atan genç hala tutuklu. Tarikatlara ve cemaatlere bağlı vakıflar, üst üste yürüyüşler düzenliyor. Dün bir grup, Atatürk’e hakaretten yargılanan bir kişinin beraatı sonrası Anadolu Adliyesi koridorlarında, “yaşasın şeriat” sloganlarıyla kutlama yaptı. Okullara imamlar çağrılıyor, dersler verdiriliyor. Bunlara tepki gösterenler ise hızla ‘İslam karşıtı’ olarak tasnif ediliyor. Kızıl Goncalar adlı dizi “milli ve manevi değerleri aşağıladığı” gerekçesiyle yasaklanıyor vs…

Bu olaylara iktidarın derhal geliştirdiği refleksi biliyoruz. Hatta Suudi Arabistan’daki maç olayında olduğu gibi mesele darbeciliğe, 28 Şubat’ta bağlanıyor. Evet; ortada tarikat egemenliğine, iktidarın dinsel politikalarına tepki olduğu muhakkak. Ama geleceksiz kılınmış, yoksullaştırılmış, eğitimi manasızlaştırılmış bir gençlik kesiminin, çoğu zaman siyasetsizlikten dolayı göçmen karşıtlığında, ‘kurucu değerlerde’ veya dinden arındırılmış bir milli kimlik arayışında ifadesini bulan, büyük oranda sosyal medya reaksiyonuyla sınırlı tepkiler bunlar. Bir kısmı en örgütlü haliyle Zafer Partisi’nin, daha doğrusu Ümit Özdağ’ın söylemlerinde karşımıza çıkıyor. O da şimdilik seçimlerde sınırlı bir oyla somutlanabiliyor.

Ama Erdoğan rejimi alarm zillerini erkenden çalıyor. MİT raporunda aşırı sağ gibi bir Batı kavramına başvurulsa da, bu kesimi öyle kolayca ‘düşman’ olarak etiketleyemiyor çünkü. 21 yıldır sürdürülen kültür savaşının mevcut biçimlerinin içine yerleştiremiyor. CHP üzerinden rahatlıkla işlettiği ‘laik-dinci’ formülü yetersiz kalıyor. Yeni milliyetçi motivasyonun en net tepki gösterdiği konuların başında Arap kültürü, tarikat örgütlenmesi, İslamcı zenginler, göçmenler vb. olması, Erdoğan rejiminin oturduğu ana kolonu da tehdit ediyor. Kuzey Irak’ta verilen şehitlere saygıda ve acıda kusur edilmese de, “Ne işimiz var Ortadoğu’da?” sorularına muhatap olmaktan kaçamıyor.

Dolayısıyla bir yandan da iktidar koalisyonunun tabanını genişletmek mecburiyetinde kalıyor. MHP ile başlayan ortaklık kısa zamanda BBP, DSP, Hüdapar derken İYİ Parti’ye kadar uzandı. Buna çıkar ağlarını, özellikle yargı başta olmak üzere bürokrasideki güç paylaşımını vs. de eklemek lazım. Her genişleme bir iç çelişki yaratıyor. İç çelişki arttıkça rejimin kendini savunma refleksleri daha da radikalleşiyor.

Dolayısıyla önümüzdeki yerel seçim atlatıldıktan sonraki 4 yıllık süre rejimin regülasyon dönemi olacak. Hem dünyadaki ekonomi politik gelişmelere uyum sağlama hem de Türkiye’de, MİT’in ‘aşırı sağ’ diyerek şimdilik dolaylı yoldan işaretlediği eğilimlerin baskısı, bu regülasyonun karakterini belirleyecek gibi.  

BAHADIR ÖZGÜR / DUVAR